Düğün düğümü
“AKİT” sözcüğü eski Türkçedir. Zamanla değişip düğün olmuştur. Bu sözcük ‘tüg’ kökünden yani; bağlamaktan türemiştir. Aynı zamanda ‘düğüm’ sözcüğünün varyantıdır.
Türklerde aile, en önemli kültür unsurlarındandır. Düğün merasimleri, evlatlarımızın kendi ailesini oluşturmasında ilk adımdır. Bu yüzden çok anlamlıdır. İslamiyeti kabulümüzden sonraki süreç içinde, evlilik için yapılan düğünler dışında, sünnet törenleri de düğün şeklinde kutlanmaya başlamıştır.
Düğünün amacı, bir çiftin ebediyen beraber yaşama kararını, aileleri, tanıdıkları ve dostları ile birlikte kutlamalarıdır. Dünyanın farklı yerinde, farklı kültürlerde, farklı şekillerde gerçekleştirilir. Hep aynı kalan en önemli ortak noktaları, çiftin artık birbirlerine ait olduğunu gösteren sembollerdir. Alyans ve nikâh cüzdanı gibi.
Okuyanlarım günümüzdeki sosyolojik deformasyonla kafayı bozduğumu biliyor. Bütün değerlerimiz hasar alıyor. Artık düğünler bile acayipleşti. Gereksiz, çetrefilli düğün koşuları aldı yürüdü. Her gün zorlama ve kapasite aşan organizasyon çabalarına şahit oluyoruz. Saflık sembolü olan gelin, asalet yüklü damat, naturelliklerinin dışına çıkıp garip kimliklere bürünüyorlar. Yine de çoğunlukla kimseye yaranamıyorlar.
Düğün elbette önemli ve çok özel bir seremoni, lakin anlamlı ve duygusal olmalı. ‘Maneviyat’, maddiyat gösterisine dönüştüğü anda kirlenir. Amacından sapar.
Bir şey nasıl başlarsa öyle gider. Evlilik kurumuna sade ve mütevazı bir giriş yapılmalı. Gereğinden fazla abartılmamalı. Hanede olması istenen değerlerden, törene serpiştirilmeli. Sevgi, saygı olmalı. İsraf, gereksiz masraf, gösteriş, şov, yapmacıklık olmamalı. Bunlar kurulacak yuvanın iklimine sirayet eder.
Zeytinyağı için kullanılan sıfatlardır ama ben her şeyin başına bunları koymayı seviyorum. Naturel, sızma! Sade, minimal fakat akılda kalıcı.
Geçenlerde ailem kadar sevdiğim dostlarımızın düğünlerine gittik. Tadımlıktı. Bütün davetliler toplanıp gelin ve damadı bekledi. Sonrasında Kur’an okundu. İyi temennilerde bulunuldu, nikâh kıyıldı. Herkes sevgiyle iki insanın yuva kurmasına odaklandı. Çatal bıçak sesi, şıklık yarışı, takı töreni olmadı. Naif giysiler ve ufak atıştırmalıklar vardı. Herkes hediyesini sessizce verdi. Hiç eleştirel göz görmedim. Çünkü hedef ne kadar büyük olursa, hayal kırıklığı o kadar çok oluyor. Asaletle başlayınca bakışlar da mütevazılaşıyor. Ne eksik, ne fazla. Her şey olması gerektiği kadar. Az, öz…
“Leyla ile Mecnun’u görmemiş, Kerem ile Aslı’yı duymamış, Ferhat ile Şirin’i bilmiyor olabilirsiniz. Titanik’i de seyretmediyseniz. Bu fırsatı sakın kaçırmayın. Bu büyük aşkın düğün gecesinde Bizleri onurlandırmanız dileğiyle.”
“Çok yakında evleniyoruz. Düğünümüzün evliliğimizden daha iyi olacağını garanti ediyoruz. Güzel müzik, bedava yemek ve sürpriz aktivitelerimiz var. Çocuklarınızı yanınızda getirmeyin. Hâlâ vakit varken uzak durmaya çalışıyoruz.”
Bunlar ne şimdi? Yeni nesil bir iki davetiyeden alıntı yaptım. Su katılmış. Ne gerek? İnanılmaz masraflar yapılıyor, bir kere giyilecek kıyafetlere şaka gibi paralar harcanıyor. Aileler arasında anlaşmazlıklar oluyor. Oturma yerleri için tranvalar yaşanıyor. Yazık.
Gelin ve damat, aile ve dostlarıyla sade, güzel bir nikâh kıysa. Düğün için harcayacakları parayla güzel bir kısa film çektirip, arşivlerine atsa. Misafirleriyle fotoğraflarını albümlese. Düğünün abartısına yapacağı masrafla da dünyanın ya da Türkiye’nin en güzel yerine gidip bir hafta tatil yapsa. Sevdiğiyle yüzlerce anı biriktirse, görmediği yerler görse.
Kız isteme törenlerini, kına gecelerini, nişanları, bekârlığa veda partilerini yazmadım bile. Zaten düğün için yukarıdakileri söyleyen biri topuna karşıdır. İki gönül bir olunca, samanlık seyran olabilmeli. Gerçek sevgide, kıyamama, eziyet etmeme, yormama vardır. Gerisi teferruattır…