Foşik in Selanik
Sonunda Selanik’teyim. Aynı İzmir’e benziyor. Aldık sanılmış, sahiplenilmiş. Üstlerine oturmamış. Camiden bozma kiliseler var. Şükür yıkmaya kıyamamışlar. Turistik bir gezi niyetiyle gelmediğim için yeme, içme, konaklama pek umrumda değil. Bu sebepten umrumda olanları yazacağım.
Geçtiğimiz günler Kabotaj bayramı kutladılar. Size demezler mi?
“Bütün limanlarınızı ABD’nin kullanımına açtınız, ABD ve NATO’nun Selanik’te Sedes Hava Üssü, 3. Kolordu, 71. Mobilize Hava Gücü konuşlu bir ortamda Kabotaj bayramı kutluyorsunuz?? Bu gösteri ordu, bandonuza talim yaptırmaktan ibarettir. Ama yine de siz bilirsiniz!”
“Ha bir de, adalar denizinde kafanızı 6 milin bir milim üstüne çıkarırsanız; ‘Bu casustur. Bellidir ve savaş sebebidir.’ Onu da unutmayın. Kıyıda oynayın, kumdan kale falan yapın.”
Selanik, Türk milletinin kalbinde bir şehirden çok fazlasıdır. Bu şehir, gönül coğrafyamızın başucu, yürek yasımızın dinmez sancısıdır.
‘Selanik’, bir yetimin şehridir. Hem yetim ve hem öksüz bir şehirdir.
Cumhuriyetimizin 101. yılında, Cumhuriyet fikrinin genç Mustafa Kemal’in ruhuna, fikrine ve zihnine işlendiği yerde olabilmek benim için çok büyük şans. Adımlarını izlemek, solduğu havayı solumak. Küçük Mustafa’nın her karnesinin, gelecekte Türk milletini aydınlığa taşıyacak kutlu bir yükselişin ilk basamakları olduğunu görmek.
Ne acıdır ki, küçük Mustafa’nın Cumhuriyet düşleri kurduğu bu şehir, O Cumhuriyeti ilan ederken, aramıza kalın sınırların çekildiği, bambaşka bir devletin toprakları içindeydi.
Selanik’te Atamın doğduğu evi ziyaret ederken, derin özlemin kasveti üzerime çöktü. Ona olan hasretim, Onun buraya olan hasretiyle derinleşti. Atatürk’ün dünya gözüyle bir daha göremediği o eve bakarken bir Selanik türküsü duydum;
“Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı,
O bizim kavuşmalarımız yarim mahşere kaldı.”
Bu evin her duvarında, küçük Mustafa’nın masumiyetini, Harbiyeli Mustafa Kemal Bey’in büyük ülkülerini, Paşa Hazretlerinin cesaretini ve Atatürk’ün, bir milletin makûs talihini değiştirme iradesini hissettim. O duvarlara baktıkça, yalnızca ulu bir başbuğun doğuşunu değil, aziz bir milletin uyanışını gördüm.
Bugün Selanik’te, o evin önünde hazır ola geçen her Türk, Atatürk’ü anmak ve anlamakla kalmayıp O’nun özlem ve ülkülerini yüreğinde taşımakta. Burada yükselen her taş, tarihe tanıklık eden sessiz birer şahit gibi durmakta.
Selanik’in her karışında, O’nun bir hatırası var. Dar bir sokaktan, üniformasını giydiği ilk günkü heyecanı ve gururuyla küçük Mustafa çıkıverecek gibi.
Bu heyecanla, çocukluğunun geçtiği sokaklarda, O’na dair anılar aradım. Erkân-ı Harbiye Kolağası Mustafa Kemal’in yürüdüğü yollarda süzüldüm. O günkü küçük rütbesine rağmen, büyük hayallerinin, kutlu hedeflerinin izini sürdüm. Beyaz Kule’nin çevresinde dolaştım. Vatan sevdalısı genç Türk subaylarının, gece yarılarına kadar devam eden vatan ve hürriyet konulu tartışmalarını duydum.
Yakup Kadri’nin “Türk, tek başına bile, bir devlet kudretidir!” sözünü anımsadım. Asil milletin aziz evlatlarının, hiçbir şey kendiliğinden olsun diye beklemeyişine, vazifeye atılmak için, içinde bulundukları durumu düşünmeyişlerine şahit oldum.
Birden 1908 yılında Mustafa Kemal’in hemen karşıdaki askerî kulüpte söyledikleri kulağımda çınladı; “Bundan sonra ne olacağını, yapacağımız inkılap gösterecektir. Evet, inkılap yapacağız, bugüne kadar yapılan inkılap kâfi sayılmaz. Fazlasını yapacağız.” Bu sözlerin ardından genç Mustafa Kemal arkadaşlarına görevlerini tevdi etti, birini Harbiye Nazırı yaptı, diğerini Hariciye. Birini Dahiliye’den sorumlu kıldı, başkasının omuzlarına Maliye’yi yükledi. “Peki sen ne olacaksın?” diye merakla soran arkadaşlarına, “Ben mi? Ben de sizleri o makama koyabilen olacağım” dedi!
Kendisi ve silah arkadaşları o günün yozlaşmış düzeninin değil, Türk milletinin şerefli omuzlarında yükselecek, çelikten bileğiyle yoğrulup mana kazanacak geleceğin adamlarıydı. Onlar, büyük ülkülerin yıkılmaz bayraktarıydı!
1937’nin başkent Ankara’sında, kurduğu Cumhuriyet’in 14. yılında, Türk milletinin halaskârı, büyük Atatürk, bu anıları, başarının huzuru ve daha fazlasını yapma isteğinin heyecanıyla anlatıyordu.
Başarmıştı, Türk milletinin kulağına; ‘kalk borusu’nu üfleyerek uzun bir uykudan uyandırmıştı! Selanik’teki uykusuz geceler, millî istiklal harbimizden doğan, millî istiklal rejimimizle amacına ulaşmıştı.
Türklerin ruhunu avucunun içi gibi bilen Atatürk, Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olarak gördüğü rejim olan Cumhuriyet’i kurmuş ve onu bütün ümidi olan Türk gençliğine emanet etmişti.
Türk gençliği de, bu kutlu emanete 101 yıldır olduğu gibi sahip çıkacak, mücadele kudretini damarlarındaki asil kanda bulacaktır! Şükürler olsun ki; “Ne mutlu Türk’üm diyene!”…