YORULDUM

İlk ebeveynimi yüce yaradan olarak görüyorum. Bizleri ağırlığımızla, mizacımızla yaratan Allah. Varlığını bazen mucizeleriyle bazen sessiz bir lütufla hissettiren o ilahi güç. Mucize illaki akıl almaz bir olayın vuku bulması değildir.

Bazen öyle durumlar cereyan eder ki; ona başka bir adlandırma yapamazsın. Belki yalnız sen fark edersin, kimseyi inandıramazsın; anlatmak bile istemezsin. Büyüsü bozulmasın diye inandırmaya da çalışmazsın. Ama bilirsin o besbelli bir mucizedir. İşte o cömert yaradanın, aciz seni sahiplendiğini hissettiğinde, utancın boyunu aşar. Bendini sarsar. Doğruyu söyleyen Azim Allah’a, ruhunla diz çöker hesapsız şükredersin. Yetmeyeceğini bile bile.

Tüm bu içsel huzuruma rağmen, son zamanlarda yoruluyorum. İnsanların dünyaya baktığı gözle bakamıyorum. Ya onlar bir şeyleri yanlış anlıyor… ya da ben her şeyi.

Gaza gelmek çağımızın hastalığı. Sanal ortamda birbirini gaza getirip, içinde mantık bulunmayan B12’siz beyinlerle saldırganlık yapılıyor. Sosyal medya, aklı örseleyen bir sahne gibi.

İnsan bildiğini bilir, bilmediğinden ne umar? Kumar, kumar… Bazıları hiç emek vermese de arkaları kollanıyor. Gözle görülür, elle tutulur hiçbir iş yok. Ajitasyonla çalışıyorlar. Bir gün istedikleri olacak, görecekler “dünya kaç bucak!”. Şikayet edilen her şey bir gün gelir aranır. Tarih tekerrürden ibaret. Bir musibet, bin nasihatten evladır. Ama ne yazık ki, kimse nasihatle yetinmek istemiyor artık. Herkes yaşayıp, yanmayı tercih ediyor. Belki de başka türlü öğrenemiyoruz. Yapacak bir şey yok.

Bu öğrenme biçimi bile bencillikle sarılı. Çünkü herkes sadece kendini görmek istiyor karşısında. Farklı olan, soru soran, eleştiren ya da çözüm sunan birini gördüklerinde rahatsız oluyorlar. Statükonun konforuna öyle alışılmış ki, bir taş yerinden oynasın istemiyor kimse. Bir şey değişmesin, her şey olduğu gibi kalsın, karışan girişen olmasın. Bilmiyorlar ki şu anda işimize gelen durum yarın sonumuz olabilir. Herkes günü kurtarma peşinde, kimse geleceği düşünmüyor. Ellerinde birer akıl törpüsü telefon, asıp kesiyorlar, atıp tutuyorlar ve kendileri böyle yaparken birilerinin bir şeyleri çözmeye çalışması onları rahatsız ediyor. Bu hep böyledir, hep de böyle olacak. Keşke gözlükler satılsa alıp taksam, ben de dünyayı onların gözüyle görebilsem. Kafam rahatlasa…

Ama imkansız, içimdeki ses yükseliyor: “Hayır,” diyor. “Sen sanal bir konfora değil, hakikate talipsin.” Ve biliyorum ki hakikat rahat vermez; ama insanı gerçek kılar.

Tüm bu yorgunluklar içinde yine de sığınıyorum inancın sarsılmaz limanına. Çünkü inanıyorum: Her şerde bir hayır vardır. Allah Türk’ü, cennet ülkemizi korusun.

Bize verilenlerin kıymetini, kaybetmeden bilmeyi nasip etsin. Gözlerimizi gerçekten görmek için, kalplerimizi gerçekten hissetmek için kullanabilelim. Zira sahip olduklarımız, bize boş boş bakıp yaşamamız için değil; anlamamız, kıymet bilmemiz, mücadele etmemiz için verildi.

Din, devlet, vatan ve millet aşkıyla yanıp tutuşan kahraman ecdadımızın istiklal ve istikbal mücadelesine layık olmalıyız. Bu şanlı mücadelenin ruhunu canlı tutmalı ve gelecek nesillerimize aktarmalıyız. Bu sadece bir hatırlama değil; bir sorumluluk. O ruhu yaşatmak, yalnızca geçmişi değil, geleceği de korumaktır.

Bu vesileyle başta Atatürk’ümüz ve Çanakkale şehitlerimiz olmak üzere bütün şehitlerimize Yüce Rabbimden rahmet diliyorum. Cenâb-ı Hak, her daim devletimizi payidar, aziz milletimizi bahtiyar eylesin.

Yazarın Diğer Yazıları