Tamam değil

Dünyada varlık gösteren fakir zengin, gelişmiş gelişmemiş bütün ülkelere; bir de Türkiye''ye bakın. Hangi ülke kendi çocuklarının yasal haklarını halkının gözü önünde çalıyor?

Halihazırda bizden başka yok.

Bir şey daha.

Arkadaş, bu nasıl bir dindarlık, bu nasıl bir tutarsızlık ki, çalma, çırpma, çarpıtma hep bu diplomalı diplomasız sözde dini kimlikli kimselerin yönettiği kurumlardan ortaya çıkıyor. Dini kurumlarda öğretilenler, niçin insan davranışlarında bir tutarlılığa, yaşam pratiğine ve güvenilirliğe dönüşmüyor?

İlahiyatçı sosyologlar, davranış bilimciler ve eğitim bilimciler bunu araştırmalıdır.

Tam da atasözünde anlatıldığı gibi. "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı."

"Hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme" sözlerindeki gibi. Demek ki bu zihin yapısının bir de kültüre yansıyan yanı var.

Öyle ise sosyal antropologlara da iş düşüyor.

Daha önce belirttik. Yine belirtelim: Türkiye''de hiç kimse sorunların kaynağına inmek istemiyor. Yüzlerce üniversite kurduk diye övünüyoruz ama içimizi kemiren bizi şaşkına çeviren, çoğu kere hayatımızı karartan sorunların nedenlerini bilmek ve onları çözmek için çaba göstermiyoruz.

Benim ülkemde, işin uzmanları dahil, herkes, toplumsal sorunları siyasallaştırarak tartışmaya açıyor. Bu durum, bu yozlaşma, gerçekte bir sosyal çürümenin göstergesidir.

Kişiler dini eğitim alıyor, en güvenilir, en saygın, en tutarlı, en sıcak ve samimi kimseler olacakları yerde, tam tersi oluyor.

Çoğu imam, (özellikle Avrupa camileri) tanıdıkların anlattığına göre tam anlamıyla partizan. Ayrıca seçimlerde kimin neyi yaptığını herkes görüyor.

Çoğu dini eğitimli kişi, devlet bürokrasisinde yöneten ve aynı zamanda koyu iktidar destekçisi. Burada eleştirdiğimiz davranış, iktidarı desteklemeleri değil, hukukun ve doğrunun yanında olup olmamalarıdır.

Doğrunun ve gerçeğin peşinde olanların sayısı binde biri bile bulmuyor.

Olması gerektiği gibi davransalar belki çok sevdikleri iktidarı frenleyecekler, yanlış yapmalarını önleyecekler. Toplumsal iyilik ortaya çıkacak. Lakin onlar bir denetim mekanizması olmaktan çok, çarpıklığın ve yanlışın yürütücüsü olmayı seçmiş görünüyor.

"Buna mecburlar. İktidar onları ezer" diyebilirsiniz. Peki, dini kimlikli aydınlara, yazarlara, gazetecilere ne diyeceğiz?

Hangi büyük yalana, hangi büyük siyasi hataya ve hangi büyük ekonomik kayba sebep olacak karara itiraz ettiler veya ediyorlar? Ülkenin kasasını boşaltsalar, onlar yine iktidarı kutsama peşindeler.

Kişileri bir tarafa koyalım. Kurumlar da öyle.

Düşünün.

Kurumsal olarak "Şeyhimiz efendimiz" diyerek, şeyhlerini ulu tanrının makamına kadar çıkaran, kerametli olduğu söylenen, yani dini gücün zirvesinde olduğu iddia edilen kimselerin, dünyevi güç olan siyaset karşısında tırsık davranması şaşırtıcı değil mi?

Elbette çok şaşırtıcı.

Bu anlamda tarikat ve cemaatler, liderlik olarak da, kurumsal olarak da, AKP iktidarıyla büyük sınavı kayıp ettiler.

AKP iktidarı sayesinde hepimiz gördük ve şahit olduk ki, kendinde keramet gören otoriteler bile Allah''ın emir ve yasaklarına uymak yerine kolaylıkla iktidarın (siyasetin) çıkarına hizmet edebiliyor.

Neden?

Ekonomik çıkar için.

Gördük ve şahit olduk ki, dindar görünen kişinin siyasal kimliği, dini kimliğini baskılayarak, onu sorgulanır hale getirdi. Yetmedi, bu tutarsızlık ve çelişki, hem dinin ve hem de tarikat ve cemaat topluluğunun sorgulanmasına neden oldu. Böylece dini yapılar açısından ortaya küçük değil, büyük bir güven sorunu çıktı.

Neymiş KPSS soruları çalınmış veya şaibeliymiş. Olmuşsa da ne olmuş? O cemaat olmasa berikini getiririz.

Oldu mu?

Tamam mı?

Değil!..

Yazarın Diğer Yazıları