Siyasal Sistemin Yarattığı Dinamik

Durkheim’in klasik sosyoloji kuramında iki önemli kavram vardır: Sosyal statik, sosyal dinamik. Sosyal statik, kolay değişmeyen, genellikle hep aynı kalma eğilimde olan toplumsal özellikleri anlatır. Sosyal dinamik ise, tam tersidir. Adı üstünde dinamiktir ve değişkendir.

Erdoğan siyaseti, CHP’de siyasal sosyolojiyi hareketlendirdi. CHP’nin olağan, gündelik olayların içinde seyreden kitlesi,16 Mart olayları ile yüzüne sert bir tokat yemiş gibi oldu ve tabir yerinde ise dirildi. Böylece CHP, olağan statikten çıktı ve dinamik pozisyona konumlandı.

16 Martta, İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra gelişen olayları hatırlayın. Saraçhanede peşi peşine bir hafta boyunca büyük kalabalıklar meydana koştu. Bazı yazarlar bunu Özgür Özel’in lidere dönüşmesi olarak açıklıyor, ancak, her örgütün tepe yöneticisi ister istemez zaten liderdir. Ama karizmatik lider midir derseniz o tartışılır.

Türkiye’de siyasal statiği artık iktidar temsil ediyor. Muhalefet değil. Hele CHP hiç değil.

16 Mart operasyonu ile iktidar, göle atılan büyük bir taşın bütün suyu dalgalandırması gibi, genel siyaseti dalgalandırdı. Bunun sonunda İmamoğlu’na yapılanlar, dağ başındaki köy kahvesinden, şehirdeki salonlara kadar konuşuldu. Tartışıldı. Böylece, derin kamuoyu, iktidarın yarattığı büyük çalkantıyı onların istediği gibi algılamadı.

Sorun, İmamoğlu ve ekibinin suç işlediği yönünde değil, iktidarın baş edemeyeceğini anladığı rakibini hapsetmesi olarak algılandı. Çünkü işbaşındaki iktidar, çeyrek asra yakındır işbaşında ve adaletle ilgili uygulamaları da yıllardır tartışmalı. Dolayısı ile buradan büyük toplum kesimlerinin kendilerine hak vermesi beklenemez.

Diğer taraftan CHP, 16 Mart ve sonrasında, bir enerji yenilenmesi yaşadı. Toplumla ilişkileri sıkılaştı. Demokrasinin en önemli gücü olan millet iradesine yaptığı çağrılar karşılık buldu. İmamoğlu’nun adaylık yoklaması sonrasında ortaya çıkan ve sayıları 15 milyona varan oy, demokrasiye sahip çıkması, milletin kendi iradesini sahiplenmesi olarak yorumlandı.

Bütün bunlar siyasal dinamiğin, durgunluğun yerine geçtiğini gösteriyor.

Siyasal ya da sosyal dinamik aynı zamanda değişimi de beraberinde getirir. Çünkü dinamizm, değişerek yol alır. Nitekim, “Z Kuşağı” denilen gençler, beklenmeyen siyasal ve sosyal davranışlar gösterdi.

Demokrasiye, kendi geleceklerine, ülkenin geleceği ile kendi gelecekleri arasındaki ilişkiye kayıtsız kalmadılar.

Tutuklansalar da “Eğilmiyoruz, dik duracağız” demekteler.

Bunun karşısında iktidar aklı, halen daha o gençleri içerde tutuyor. Tüm dünya biliyor ki yatarı olmayan bir suçlama ile karşı karşıyalar ve ortada yine büyük bir adaletsizlik var.

Peki bunu siyasi sonuçları var mı?

Var tabi.

İktidar bundan sonra yüzde yüz haklı olsa ve bir gruba haklı olarak operasyon yapsa inandırıcı olamayacak. Siyasi bakımdan en değerli şeyi kayıp etti ve ediyor: Güven!

Bu durumu, ticaret yaptığınız bir işletme gibi düşünün. Önce bir hata yapıyor, siz “olabilir” deyip makul görüyorsunuz. Derken bir tane daha, sonra yine yapıyor. Bir müddet sonra artık siz o işletmeye güvenmezsiniz. Sonunda ilişkinizi keser, başka birine yönelirsiniz.

İktidar, adalet dağıtmada yanlışlarını ve hatalarını çoğalttı. Milletin verdiği ve yine millete ait olan yönetme gücünü amacına uygun kullanmamakta ısrar ediyor. Bu durum, sürdürülebilir değil. Sonucu da belli. Millet verdiği yetkiyi geri alacak ve başkasına verecek.

Ülke de milletin, devlet de milletin, iktidar gücü de milletin. Hakimiyet-i Milliye yok sayılamaz.

CHP, kurultayda buna vurgu yaptı.

Sistem kuramına (teorisine) göre, her sistem, aldığı girdileri amacına uygun çıktılara dönüştürdüğünde doğru çalışıyor demektir. Türkiye’de iktidar, siyaseti amacından saptırdı ve hatalı ürünleri piyasaya salıyor. Bu nedenle siyasi bunalım yaşıyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları