Siyasi çürümüşlük
Ekonomik sorunlar, sosyal sorunlara, sosyal sorunlar, ahlaki sorunlara dönüştü. Burada soru şu: Ahlaki sorunlar neye dönüşüyor?
Yanıtı çok basit: Sosyal çürümeye, değerler yozlaşmasına ve o da kültürel kırıma sebep oluyor.
Diyeceksiniz ki toplum, kültürüyle ve değerleri ile var olur.
Haklısınız.
Lakin içinde bulunduğumuz süreç, kültürel normları (kuralları), işlevsiz (görev yapamaz) hâle getirdi.
Bu durumda ortaya ne çıkar?
Değerler karmaşası.
Tıbbı terimle bir hastalık ortaya çıkar. Bu hastalığın adını klasik sosyologlardan Durkheim koydu: Anomi!
Marks’a sorarsanız belki “Yabancılaşma” der. Çünkü hastalık bir müddet sonra sizi kendini tanıyamaz hale getirir. Ve siz kendinizi başkası sanabilirsiniz.
Türkiye hiçbir zaman bunu hak etmedi. Hem de dindarım, muhafazakârım diyenlerin iktidarında en son akla gelebilecek bir hâldir.
Hele milliyetçilerin, işin bir parçası olduğu iktidar sürecinde kültürel yozlaşma, toplumsal çürüme demek, sosyal yıkım demektir. Bunun adına milleti ölüm döşeğine düşürmek denir.
Sahiden durum bu kadar vahim mi?
Evet vahim.
Bakın TV programlarına, adamın karısı kocaya kaçmış, adam da çıkmış TV’ye “Eve dön” diye yalvarıyor.
Çok değil 20 yıl önce bunu yapan adam insan yüzüne çıkamazdı.
Ülkede yolsuzluk var araştırılsın diye Meclis’e önerge veriliyor, anında AKP-MHP oyları ile reddediliyor.
Diyeceksiniz ki muhalefet verdiği için yapıyor. Derim ki, madem öyle, kendileri önerge versin.
Dindar vekillere bu yakışmaz mı?
Peki, milliyetçi vekillere, onlara da yakışır değil mi?
Hani dini değerler?
Nerede milletin çıkarı?
Yok!
Kiralara bakın. İnsanın aklı mantığı alıyor mu? Bir ülkede çalışan kesimin genel çoğunluğu asgari ücretli olacak, kira da maaşını geçecek. Ve bu durum sürdürülebilir olarak görülecek.
Küçük şehirlerde yaşayan, bağı bahçesi olanlar, köye yakın oturanlar az da olsa durumu kurtarabilir. Lakin büyük şehirlerde bu vaziyetin adına ekonomik işkence denmezse ne denir?
Düşünün, ülkenin birine bir gün “dindarım mütedeyyinim, bende Allah korkusu var, Hz. Ömer’in Adaleti yolumuzdur” diyenler iktidar olacak, 20 yıl işbaşında kalacak ve o ülkede her köşe başından “Adalet istiyoruz” çığlıkları yükselecek.
Pazar yeri, “Açız, maaşımız yetmiyor” diye söylene söylene gezenlerle dolacak.
“Zeytinime dokunma” diye köy kadınları ağlayacak.
Kimi ağaca sarılacak, kimi insana.
Yine düşünün, güya dindar olduğunu söyleyen bir iktidar seçimle iş başına gelecek, partisinin adı da “Adalet” olacak ve 20 yıldır ülkeyi o yönetecek, ama seçilmiş İstanbul, Ankara, Mersin vb. muhalif belediyelerde seçilene haklı haksız sürekli engel olacak ve bunu da başarı sanacak. Yetmeyecek demokratik hak olduğunu söyleyecek. Belediyeler başarısız olursa ülke başarısız olmayacak da kendisi başarılı olacak.
Kendisi seçilirse demokrasi, muhalif seçilirse PKK’lı, Fetöcü.
Ürettikleri siyasetin seviyesi bu.
İster istemez muhatapsınız.
İşte bu seviyesizliğe siyasi çürüme denir.
Nereye dokunsanız dökülüyor.
Okula bakın.
Kadrolu öğretmenler, diğerlerine göre iyi maaş iyi gelir.
Ek dersli öğretmenler, aynı iş düşük gelir.
Neresini anlatalım.
Anayasaya yemin edip, anayasaya uymamak bile tek başına sosyal çürümenin, ekonomik krizin, yönetilemez sistemin göstergesi değil mi?
Ne yazık ki sağda etkili çözüm sunan muhalefet yok, sola da millet ölümüne direniyor.