Sadece adı Yenidoğan!

Çetenin adı Yenidoğan, neden öyle dendi çeteye çünkü aylar önce gelen ihbar üzerinden çok gizli şekilde yürütüldüğü söylenen soruşturmalarda elde edilen bulgulara göre çete yoğun bakımlara alınan yenidoğan bebekleri öldürerek para kazanıyormuş.

Lakin bu aylardır yapılan çalışmalar ve takiplerde adı geçen Bağcılar Hospital özel hastanesinden 2018 yılında ayrılan hemşire Taner Karataş, İHA’ya konuşmuş ve ayrılık sebebini yoğun bakımda yaşanan cinayetler olarak açıklamış. Ancak Karataş’ın ifadesinden 2018 yılı kadar dikkat çeken bir başka ibare daha var; “Ben yenidoğan servisinde hiç çalışmadım ama süreç orada da aynen bu şekilde işliyor.”

Kendisi durumu fark edince de istifa ettiğini söylüyor. Buradaki suça karşı tavır da aslında 3. en enteresan ifade olarak kayda geçmeli. Her ne kadar Sağlık Bakanlığı’na bir şikâyette bulunduğu da ifadesinde yer alıyor olsa da sanırım sonrasında yine susmayı tercih etmiş kendisi. 25 yaşında olduğunu söyleyen Karataş anlaşılan o dönemde 19 yaşında. Buradan 2 yıllık bir hemşirelik okulundan mezun olduğu sonucuna varıyoruz. Ama aslında genç bir insan olarak bakanlığa yaptığı şikâyetle görevini yaptığına olan inancını da fark ediyoruz. Yani cinayetlere şahitlik etmiş gencecik bir insan sadece bulunduğu kuruma şikâyet etmekle yetinmeyi seçmiş. Bu bile neden sorusuna muhatap olması gereken son derece önemli bir çürüme belirtisi. Şahsi bir problem değil, sosyolojimizin bir problemi.

Gelelim ifadedeki diğer iki büyük detaya… Bahsedilen tarih 2018 yani 6 yıl öncesi, CİMER’e yapılan ve ilk ciddiye alındığı söylenen şikâyetin tarihi ise 2023, yani arada 5 yıl var. Bahsi geçen 5 yılda neler olduğunu öğrenecek miyiz. Hep birlikte göreceğiz ama bu ifade ile anlaşılıyor ki durum en azından 6 yıldır devam ediyor ve öncesinin de olma ihtimali olmama ihtimalinden daha fazla.

Yenidoğan Çetesi haberlerinin ardından artık daha kötü ne olabilir ki diye düşünen ben ve benim gibi birçok insan bu şekilde fark ettik ki aslında biz buz dağının henüz en uç noktasını görerek bu yorumu yapıyor muşuz. Daha kötüsü mü bilinmez ama aynı işlem en az 6 yıldır tekrarlanıyormuş.

Sadece bir tanıklık ile bu konu medyada yer buluyor bu aşamada. Daha önce de Sağlık Bakanlığı’na şikâyet edilmiş aslında ama umarız ihmal nedeni ile işlem yapılmamış. Peki ya başka şikâyetler de varsa, o zaman durumun hâlâ ihmal olduğu konusunda rahat olma şansımız var mı?

Hastanelerin özelleştirilmesi konusu zaten kendi içinde çok farklı görüşlerin çatıştığı bir konu. Kendi adıma ben de sağlık, eğitim ve haberleşmenin özelleştirilmesine karşıyım. Bunu da not olarak buraya düşmüş olayım.

İfade metnindeki son cümle ise konuyu bambaşka bir yere taşır nitelikte. Diyor ki hemşire kardeşimiz, ben yoğun bakımlardaki bu durumlara şahit olup istifa ettim ve durumu bakanlığa da bildirdim. Lakin kendisi hiç yenidoğan servisinde çalışmadığını da söylüyor. İşte bu cümle ile 2018 yılını bir daha düşünelim bakalım. İşte burada “daha kötü ne olabilir ki” sorusunun yanıtı çok daha inanılmaz bir boyuta ulaşıyor.

Arada şunu da ifade etmekte fayda var. Şuçu işleyenlerin ideolojileri, verdikleri oylar kime yakın oldukları falan önemli değil. Çünkü bu bir vahşet. Bu vahşet işlenirken de ülkenin mesuliyetini üzerine alanlar da, konunun direkt ilgilisi olan idarenin başındakiler de belli.

O sebeple biz şahıslarla değil de olgularla ilgilenelim. Önce o delikanlının Sağlık Bakanlığı’na yaptığı şikâyet metnini kamuoyu ile bir paylaşsalar çok iyi olacak. O arada neden ciddiye almadıkları konusunda da belki kamuoyunu ikna etme ihtimalleri doğabilir. Ama yenidoğan servisleri dışında da bu olaylarla ilgili Anadolu’dan onlarca, yüzlerce ihbar yağdığı söyleniyor. Bir kısmı uzun süre bu cesareti gösterememiş insanlar olabilir. Bir kısmı sadece şüphelerini tatmin etmek de istiyor olabilir pekâlâ ama işin boyutunun çok daha büyük olduğu ve yenidoğanla sınırlı olmadığı görülüyor. Bugün ortaya çıkan çete üyelerine de her an yenileri eklenebilir.

Muhtemelen bir cesaretle başka ifade verenler, basına açıklama yapanlar da olacak. Bunların bir kısmının yanlış olma ihtimali elbette var ama doğru çıkma ihtimalinin sonuçlarını da şu an yaşıyoruz zaten.

Özetle geldiğimiz noktada yetki ve sorumluluk ilişkisi artık tamamen kopmuş durumda görünüyor. Yetkisi olanların pardon demekten daha fazla bir sorumluluk hissetmedikleri aşikâr. Suçluları anlıyorum da sorumluluk merciindeki yetkilileri anlamakta güçlük çekiyorum. Kendileri bu ülkeyi tam olarak nasıl tanımlıyorlar acaba çok merak ediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları