“Milli güvenlik meselesi”

Bundan çok uzun olmayan bir zaman öncesine kadar var olan iktidarın basmadığı neredeyse hemen hiçbir tuş kalmamıştı. Yine de seçim kazanmakla ilgili ciddi bir sorun yaşamadı o süreçlerin hiç birinin sonunda.

Bu sefer de en son kullandığı en büyük argüman olan milli güvenlik meselesini kullanarak devam edebilirdi, ancak bambaşka bir dizayn oluştu. Açılım sürecinin ardından en önemli hamle aracı olan milli güvenlik meselesi nasıl olduysa birden bire başka bir kılıfa büründü.

İşin içine DEM Parti ile olan ve adı süreç olmayan, hatta içinde terörist başı APO’nun bile olduğu bir başka süreç girdi. Dahası bu da bir milli güvenlik meselesi halinde izah edilmeye çalışıldı. Ama orada, bir kent uzlaşısı üzerinden önemli rakiplerinden birini de ekarte etmeyi denedi belki. Ama mahkemeler henüz o konuda mahkûmiyet doğuracak bir şey bulamadıklarını söyledi.

Bu henüze rağmen şimdilik meseleyi yolsuzluklar üzerinden okuyan mahkeme Ekrem İmamoğlu’nun tutuklu yargılanmasına hükmetti.

O arada ortaya saçılan deliller arasında bir kısmının ciddi tutarsızlıklar içerdiğine dair bir sürü şey yazıldı çizildi. Muhalif basın konuyu , “En güçlü rakibin saf dışı bırakılması” olarak okudu.

Oysa yine çok kısa bir zaman öncesine kadar birlikte hareket edenler karşı karşıya gelmişti, karşı karşıya gelenler de birlikte hareket etmeye başlamıştı. En güçlü rakipler aslında ideolojik olarak bir türlü ayrışamamıştı.

Yani mesele bir en güçlü rakip meselesi olsa, kent uzlaşısının diğer tarafının da kırılmasını göze alması gerekirdi. Ama nedense kent uzlaşısının diğer tarafı diye bahsedilen DEM Parti olaya karşı çıksa da Özgür Özel ile görüşse de, kendi yollarında elde etmeyi umdukları kazanımları hiç riske etmeyi göze almadılar.

Oysa o kazanımlara karşı çıkanların siyasi duruşlarına karşı son derece sert olan DEM ve iktidar açısından tutarlı bir davranış biçimi bulmak çok zordu. Burada iktidarın elini güçlendiren şey ise DEM ve PKK’nın kendisini konumlandırdığı yer oldu.

Belli ki DEM-PKK ve hükümet arasında oluşan diyalog bir şekilde bazı siyasi kurbanlar vermeyi göze alıyor. Ne pahasına olduğu çok belli olmasa da şurası kesin, eğer bu hamleler şu aşamada Ekrem İmamoğlu yerine bu sürece açıktan karşı çıkan bir başka potansiyel aday üzerinden kurgulansaydı her hangi bir hesap söz konusu olmazdı.

Zaten DEM ve PKK ile arasında hiçbir dönem, hiçbir adla herhangi bir yakınlaşma olmayan ve dahi olması da mümkün olmayan bazı isimlerin başına gelecek olanların herhangi bir “Demokrasi” mücadelesine konu edilmesi gerekmeyecekti.

Bunu zaten birkaç gündür net şekilde gördük. Görebilmemiz içinde nevroz bir bahane oldu. Hesaplar son derece ince gibi görünüyor o sebeple, şimdi bir kez daha siyasi hesaplar ve pazarlıklar toplumsal taleplerin, ekonomik zorlukların önüne geçecek gibi.

“Seni başkan yaptırmayacağız” noktasından teşekkür etme noktasına gelinmesinin sadece bir kez daha başkan seçilmekle bir ilgisi olabilir belki. Ama bir çok cepheden deklare edilmeye başlanan 2. Cumhuriyet adı altında, yeni Osmanlı rüyasını yanında taşıyan adem-i merkeziyetçi yapının da bu başkanlık projesi ile birlikte yürüyeceği görünüyor.

Burada asıl itiraz sahibi de başından beri aslında Mansur Yavaş, şu aşamada Yavaş ile zaten hiçbir şekilde beraber hareket etmeyecek olanların istikametleri belirleniyor. Yavaş yine de, Anadolu da şu an en güçlü başkan adayı olarak görünüyor.

O bakımdan şu anki görüntü bir taraftan rakibini belirleme hamlesi gibi algılansa da, iktidar ve bileşenleri açısından bu durum nasıl oluyor da 40 yıllık bir politikanın değişimini göze almayı gerektiriyor. İşte orada soru en üst perdeden sorulurken cevap hep Osmanlı ve 2. Cumhuriyet gibi sessizliklerle veriliyor.

Belki de doğrudur ve ben fazla kuruyorumdur kafamda ama Orta Doğu denen yer artık 200 yüzyıl önceki yer değil. Hele de 2. Dünya savaşından sonraki yer hiç değil.

Yazarın Diğer Yazıları