Ne eski baharlar Ne onun yağmurları kaldı, Helal olsun bize!..

Görünen o ki mart bu sefer kazma kürek yaktırmadı, yaktıramadı!

Öyle aman aman üşütür gibi de olmadı hani!

Çok şükür şöyle teğet geçti ve güneş baharla birlikte baskın gücünü gösterirken, insanımız da bu arada açılıp saçılmaya başladı.

*

Güzel!..

*

Güzel olan nedir?

*

Güzel olan, havaların güneşli gitmesi…

Bu iyi bir şeymiş gibi görünse de yine de benim içim hiç rahat değil.

Hani bahar deyince -yalnızca ben değil- hepimizin de aklına ‘Yağmur’ gelmez mi?

Hatta baharda o yağmur, öyle bir yağardı da şimdilerde kendini epey zamandır göstermeyince:

“Nerede o eskilerin ‘Bahar yağmurları’ der” olmuşuz.

*

Demiyor muyuz?

Ben diyorum.

Sahiden de “Nerede o eski bahar yağmurları.”

Kimi zaman ahmak ıslatan…

Kimi zaman sulu sepken…

Kimi zaman gök gürültülerin sonrasında, şimşeklerin parlayan ışıkları altında bir yerlere kaçışmaya çalıştığımız o canım bereketli bahar yağmurları, epey zamandır yok.

Yağmıyor!

*

Biliyoruz ki bahar yağmuru berekettir.

Daha doğrusu yağmurun her mevsimde yağması berekettir ya, biz mi kuruttuk o yağmuru, yoksa yağmur mu bize küsüp de başka memleketleri yeşillendirmeye mi gitti, orasını bilmiyorum.

*

Bildiğim bir şey, burada bir sıkıntı var ve o sıkıntı da bizden kaynaklanıyor, diye de hep aklımdan geçirmişimdir.

*

“Nasıl bizden kaynaklanıyor?” derseniz azizim, söyleyeyim…

Nerede boş bir alan bulduk, göğün nefes almasını zorlayan gökdelenler diktik bulabildiğimiz her yere…

“Yer bunu kaldırır mı, gök buna ne der!” demedik!

Rüzgârların hava koridorlarına dahi engel olurken, o rüzgârlar “Ben size edeceğimi bilirim” diyerek, kim bilir, belki de yağmur bulutlarını alıp da başka memleketlere mi götürdü hepimize inat!?

*

Olamaz mı?

Hem olur hem de bence rüzgâr haklıdır!

Hesapsızca ve fütursuzca dikilen betonlar, o canım kadife toprağı baskı altına alırken…

Yine, canım ‘Ormanlarımızın altında bilmem neler var, onu çıkaralım zengin olalım’ diyerek, on yılları bulan bir sürede yetişen canım ağaçların hiç de gözünün yaşına bakılmaksızın…

Onların feryatları duyulmaksızın…

Ormanın içinde kendilerine bir hayat kurmuş olan hayvanların, yaşam hakkını yok ederek…

Memleketin yağmurla olan dostluğunu bıçak keser gibi keserek, yerle yeksan edilince de…

Rüzgâr bizden kaçar…

Yağmur bize uğramaz…

Toprak içine kapanır ve yağmur yağmayınca da onun içindeki kurtlar, toprağı yer bitirir oldu.

*

Ekersin, ekin vermez…

Biçersin, mahsul alamazsın!

*

Sonra ne yaparız?

Hep beraber yağmur duğasına çıkarız.

Kabul olur mu?

Ben bilmem, Allah bilir?

Allah bilir de yapılan onca hesapsız binaların…

Hesapsızca kesilen ağaçların…

Katledilen ormanların da bir bedeli olmalı değil mi?

*

Rahmetli anam derdi ki:

“Oğul bir adama hem fındığın içini hem zeytinin dışını vermezler” derdi.

Yani hem ormanlar katledilecek hem de yağmur istenecek!

Olacak şey mi bu?

*

Biz hem binalar yaparak…

Ağaçları keserek…

Ormanları katlederek hem para kazanacağız hem de yağmurun yağmasını bekleyeceğiz.

Sahiden de olacak değil!

Yazarın Diğer Yazıları