Columbia, Filistin ve Edward Said

ABD'de Columbia Üniversitesi, geçen seneki Filistin'e destek gösterileri sırasında Hamilton Hall binasına giren bazı öğrencilerin okuldan atıldığını, uzaklaştırıldığını ve mezun olanların ise diplomalarının geçici iptal edildiğini bildirdi.

Columbia Üniversitesi Disiplin Kurulu, öğrencilerini e-posta yolu ile bilgilendirdi. Açıklamada, geçen sene tarihi Hamilton Hall binasına giren bazı öğrencilerin uzaklaştırıldığı, okuldan atıldığı ve mezun olanların da diplomalarının geçici iptal edildiği belirtildi.

Özgürlükler ülkesi ABD’nin ve özellikle de Colombia Üniversitesi’nin bu ilk vukuatı değil elbette, Colombia deyince aklıma her seferinde Edward Said ve İsrail’e attığı bir taş iddiası ile okulunda savunma yapmak zorunda kalışı gelir nedense.

Edward Said’i İsrail tarafına taş atarken gösteren fotoğrafın yayımlanmasının ardından, Columbia Üniversitesi’nde Yahudi öğrenci birlikleri, Said’in görevden uzaklaştırılması talebinde bulundular. O dönemde Said ile ilgili iddialara karşı kendisinden bir savunma dahi istenmişti. Said ise o meşhur taş atma fotoğrafını, çocukları ile birlikte en uzağa taş atma yarışmasının bir parçası olarak izah etmişti.

Ama yine de özgürlükler ülkesinde savunma yapmak zorunda bırakılmıştı:

“Columbia Üniversitesi Öğrenci Konseyi, Profesör Edward Said’le ilgili kampüsteki tartışmada idarenin pozisyonuna ilişkin bir açıklamada bulunmamızı talep etti; bu yazı, rektör Rupp ve kendi adıma verdiğim yanıttır. Bugüne kadar bu açıklamayı yapmaya yanaşmadım, çünkü bana göre burada Columbia’da benimsenen değerler, başından beri gayet iyi bilinir ve açıktır, teyide ihtiyaç duymaz. Yine de bunu yapacağım zira kimi zaman herhangi bir büyük üniversitenin dayandığı temel prensipleri tekrar etmek yerindedir ve bu, o zamanlardan biri olabilir. Öğretim üyelerinin hakları ve dokunulmazlıkları, Üniversite Yönetmeliği’nin 70. Bölümü’nde, Columbia’daki “akademik özgürlüğün” tartışıldığı bölümde açıklanmaktadır:

“Akademik özgürlük gereğince, ders anlatan herkes sınıfta konuları tartışırken özgürdür; araştırma yaparken ve araştırmalarının sonuçlarını yayımlarken de özgürdür; ve özel veya kamusal alanlardaki açıklamaları ve bağlılıkları nedeniyle Üniversite tarafından cezalandırılamaz; ancak akademik camiadaki konumlarından kaynaklanan yükümlülüklerini akıllarından çıkarmamalılar.” [Fakülte Elkitabı, Columbia Üniversitesi, 2000, s.184]”

“Profesör Said’e yöneltilen suçlamaların benzeri bir öğrenciye yöneltilseydi, Said’in durumunda olduğu gibi niyet ve sonuca dair sınırlı kanıt bulunsa da, öğrencinin ifade ve hareket özgürlüğünü korumak için de uğraşırdım. Üniversite’nin disiplin mekanizmalarının çalışmasını gerektiren bir mesele olduğuna inanmıyorum.

Öğrenciler ve öğretim üyeleri doğru olduğuna inanmadığım pek çok şeyi yapmakta özgürler, ancak o anda iktidar konumunu işgal edenlerin fikirleriyle uyuşsun diye bütünlüklü bir fikirler kümesini garantilemek için üniversitesinin otoritesini hiçbir zaman uygulamam”.

Jonathan R. Cole, Columbia Üniversitesi İdari Rektörü, 18 Ekim 2000

Bu alıntıdan çok daha uzun bir suçlama ve savunma hikayesi gerçekleşmişti o zamanlar. Sonrasında kim ne kazandı, ne kaybetti bölümünden çok Edward Said bu gün yaşasaydı Ortadoğu’yu nasıl yorumlardı bölümünü merak ediyorum. Columbia bu gün o çocukları okuldan belki yine atardı ama direniş daha büyük olurdu belki.

Peki, Edward Said kimdi. Bu coğrafyanın ve aslında genel anlamda doğunun en büyük sorunu, ki başımıza gelenlerin de temeli, oryantalizmi yani Batının bizi tanımlama biçimini ve o biçim üzerinden bizi yönetme, kullanmak istediği biçime sokma konusundaki felsefesini 1970'li yıllarda Columbia Üniversitesi Profesörü olan Edward Said'den öğrenmiştik. Said Filistinli bir Hristiyan, adı İngiltere kraliyet ailesine öykünülerek konulmuş. Belki de emperyalizmin en önemli keşif kollarından olan okullardan Victoria Koleji’nden mezun. Okulun İngiliz öğrencisi yok, ama İngilizce dışında bir dil konuşmak yasak.

Yani Said yaşadıklarından tersinden etkilenmiş ve o muhteşem tartışmayı sadece bilginin yol göstericiliğinde başlatmış olsa da Batı akademisyenliğinin saygınlığı içinde yer alan bir akademisyen olarak kalmayı da başarmıştı uzun süre. Ama bir Hristiyan olsa da neticede itiraz eden bir Arap’tı

Kendisi, 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı ile çakışan üniversitedeki politik hareketlilik ve Vietnam Savaşı sırasında politikleşti ve aktivist olarak görülmeye başlandı. Filistin milliyetçiliği hareketine katıldı.

70'lerin sonlarında Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve FKÖ lideri Yaser Arafat tarafından barış görüşmelerine Filistin temsilcisi olarak atandı. Sürgünde Filistin Parlamentosu’nda 14 yıl görev yaptı.

1980'lerin sonunda Arafat'la görüş ayrılığına düştü ve barış görüşmelerindeki görevinden ayrıldı.

Yazarın Diğer Yazıları