Milliyetçiliğin milleti zordayken…

Malum, milliyetçilik ontolojik olarak millet varlığı sebebiyle anlam kazanır. Millet varlığı yoksa neden, nasıl ve neye göre milliyetçi olacağız?

Öyle değil mi?

Aynen öyle.

Millet kavramı, siyaset ve sosyoloji biliminde tartışılan kavramlardandır. Üzerinde görüş birliği yoktur. Genel kabul gören tanımına bakılırsa, millet, soyut bir varlığı ifade eder. Buna göre millet, geçmişte yaşamış, şimdi şu anda yaşayan ve gelecekte de gene yaşayacak olan bir toplumsal varlıktır.

Ayrıca ulus olarak millet, etnik toplum olarak millet hatta dini toplum olarak milletten söz etmek mümkündür.

Uzatmayalım, dün yaşamışların devamı olarak bugün yaşamakta olanları millet olarak kabul edersek, işte o millet tam anlamıyla bir çöküntü içinde.

Geçen yıl yaşadığımız depremlerin yaraları henüz sarılmadı. İnsanların çoğu konteynerlerde yaşıyor. Çadırda yaşayanlar da var.

Marmara bölgesinde ve özellikle de İstanbul’da birkaç yıldır deprem uyarısı yapılıyor. Aynı durum, geçen yıl yaşadığımız “Asrın felaketi” yaşanmadan öncede yapılmıştı.

Ülkeyi yönetenler, depremin geleceğini bir yıl önceden raporlara yazdılar. Üstelik bu raporlara göre tatbikat da yaptılar fakat asıl yapmaları gerekeni ihmal ettiler. Binlerce çürük binaya izin verdiler. İmar affıyla, yasa dışılığı onayladılar.

Tıpkı ekonomide olduğu gibi.

Hatırlayın lütfen. Ekonomik durum felakete gitmezden önce başta bizim gazetemiz olmak üzere, çoğu medya kuruluşunda uzmanlar “Bu gidişatın kötü olduğunu” günlerce, defalarca yazdı, söyledi, haykırdı.

Dinlemedikleri gibi bir de ikaz edenleri suçladılar.

Şimdi Marmara depremi için aynısı yapılıyor. İstanbul’da olası depremin nelere yol açacağı birkaç yıldır uzmanlar tarafından söyleniyor. Peki, kimin umurunda? Halen tam anlamıyla halkı kurtaracak kentsel dönüşüme başlanmadı.

Kısaca geçen yıl yaşadığımız “Büyük felaket” nasıl ki göz göre göre geldiyse, benzeri, tüm uyarılara rağmen (inşallah gelmez) gene umursamazların ağırdan alıp zamanında tedbir almayanların ihmali yüzünden benzer şekilde gelecek.

Bu durumda tespit şu: Milliyetçilerin ideolojik olarak üzerinde yükseldiği milletin hayatı tehlikede. Ve tehlike tüm uyarılara rağmen göz göre göre geliyor.

Bakın Hatay’a yerlerde sürünüyor. Zaten en yüksek yetkili bizzat kendi söylemiyor mu? “Bakın Hatay’ın haline!” diye.

Bakıyoruz ve üzülüyoruz.

Kahramanmaraş, Elazığ, Adıyaman gibi büyük felakete uğrayan yerlerde durum çok farklı değil. Oralarda da milletin öksüzlüğünü kimseye sormanıza gerek yok, şehrin görüntüsünden anlaşılıyor. İnsanların yüzü söylüyor.

Ülkemizin içine sürüklendiği ekonomik şartlar ise çaresizliği, ezilmişliği ülke geneline yaymış durumda.

Millî gelirin yüzde 49’dan fazlasını sayıca en az olan yüzde ikilik kesim alıyor.

Adil dağılıma bakınız.

TÜİK verilerine göre, en zengin ile en yoksul kesim arasındaki gelir farkı 26,6 kat.

2023 itibarıyla; en düşük gelirli yüzde 5’lik grup toplam gelirden sadece yüzde 0,9 pay alırken, en üstteki yüzde 5’lik grup ise toplam gelirin yüzde 24,7 ile dörtte birini alıyor. Kısaca, diptekilerle tavandakiler arasında uçurum var. Bu da demektir ki, milletin gelirini, milletin kendisi değil, küçük bir azınlık yiyor.

“Açları doyurdum, yoksulları giydirdim” diyen Bilge Kağan’a selam olsun dedikten sonra soralım.

Bu ekonomik tabloyu kim yarattı? Milliyetçilerin milletini kim bu hâle getirdi? Bu tablonun yaratılışında, milliyetçilerin de payı var mı? Varsa ne kadar var?

Üstte mavi gök, altta yağız yer!

Sesimizi duyan var mı?

Düşünüyorum…

Silkinip kendimize gelecek miyiz diye.

Yazarın Diğer Yazıları