Erdoğan getirdiği sistemi beğenmiyor
Padişahlık (hanedanlık) bitmiş, Cumhuriyete geçmişiz ve geçeli tam bir asır olmuş, lakin halen daha rejim tartışıyoruz.
Sonuç aldık mı, her şey yolunda mı?
Değil.
Bunun böyle olduğunu, yeni rejimi kurmakla övünen Cumhurbaşkanının bizzat kendi ağzından dinledik. Önceki gün, Meclis''in açılışında yaptığı konuşmada "Önümüzdeki dönemde, dördüncü yılını geride bırakan yeni yönetim uygulamalarımızda elde ettiğimiz tecrübeler ışığında sistemi, eksiklerini tamamlayacak, güçlü yönlerini tahkim edecek bir anlayışla daha da geliştirmeyi planlıyoruz" dedi.
6''lı Masa da yeni döneme hazırlanıyor. Hedefinde, "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" var. Yani demem o ki yeni dönemde iktidarın ve muhalefetin seçilmeleri halinde gündemlerinde Türkiye''nin yönetim şekli var.
İktidar, kendi getirdiği ve sahiplendiği Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi''ni yeterli görmüyor. Görseydi, "Elde ettiğimiz tecrübeler ışığında sistemi, eksiklerini tamamlayacak, güçlü yönlerini tahkim edecek" diye devam eden bir cümle kurmazdı. Ama kurdu.
Bu kabul, muhalefetin Partili Cumhurbaşkanlığına itirazlarını haklı kılıyor.
Bu konuşmada dikkatimizi çeken biri de şu oldu. "Geçmişte, demokratik bir denge içinde değil de, yıkıcı bir rekabet görünümü veren yasama, yürütme ve yargı, artık aynı ortak gaye doğrultusunda birbirlerini destekleyen bir anlayışla çalışmaktadır."
Bu açıklama, yeni sistemin en büyük arızasını haber veriyor.
Önemli bir itiraf.
Demek ki yasama, yürütme ve yargı aynı gayeye ortaklaşarak yürüyor. Sormak lazım: Bu gaye hangi gaye ve belirleyicisi, düzenleyicisi kim?
Demokratik, hukuk devletinde, siyasal, sosyal ve kültürel sistemin en üstünde, asıl belirleyici olarak anayasa bulunur. Anayasallaşmış tüm sistem, gücünü yine anayasadan alır ve anayasaya göre hareket eder. Anayasal sistemin temel organları olan, yasama, Meclis''in yetkilerini ve görevlerini düzenleyen kanunlara göre çalışır. Aynı şekilde yürütme (hükümet), gene bakanlıkları ilgilendiren kanunlara, yönetmeliklere göre, yasanın emri olan kural-düzen ilkesiyle çalışır. Benzer şekilde adliye sistemi de, siyasal sistemin bir alt sistemi olduğundan gene anayasanın çizdiği sınırlar içinde kendi çalışma düzenini ortaya koyan kanunlarına, yönetmeliklerine göre çalışır.
Anayasal gücün teminat olduğu siyasal sistemlere de hukuk devlet düzeni diyoruz. Hukukun üstün olmadığı yerde kişisel güç, üstün hale gelir ki, Türkiye''de şikayet ettiğimiz ve fiilen içinde yaşadığımız durum budur.
Yasama, yürütme ve yargının hükümranı, yeni sistemde, Partili Cumhurbaşkanıdır. Demek ki, bu kuvvetleri, bir gayede toplayan güç, her bir kuvvetin yasalardan aldığı, kendi özgün gücü değil, partili Cumhurbaşkanından alacağı emirdir.
Bugüne kadar yapıla gelen uygulamalar bunun böyle olduğunun delilidir.
Partili Cumhurbaşkanının izni olmadan Meclis''ten sinek bile uçup geçemez.
Yargının başında kim var?
Adalet Bakanı. Yargıtay''da bir gün bile görev yapmadan Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen hâkimi hatırlayın.
Yürütme ise, zaten Partili Cumhurbaşkanının iki dudağı arasına bakıyor. Her bakanı tek tek kendisi atıyor. Saray bürokrasisini de üzerine vasi koyuyor.
Geriye ne kaldı?
Hiçbir şey.
Böylece "aynı gaye" denilen şey, Partili Cumhurbaşkanlığının gayesine göre, anlamına geliyor. Bu manzara, siyasal sistemin Partili Cumhurbaşkanının kişisel vesayetine mahkûm edildiğini göstermez mi?
İşte Sayın Cumhurbaşkanı, önceki gün Meclis açılışında bunu itiraf etti. Hem de "Geçmişte, demokratik bir denge içinde değil de, yıkıcı bir rekabet görünümü veren yasama, yürütme ve yargı" diye geçmişi kötüleyerek. Hâlbuki geçmişte, Meclis ile yargı, yargı ile hükümet birbirine rakip değil, devletin varlık bulması için zorunlu olan organlar olarak, doğası gereği kendi yolunda, kendi amaçlarına uygun biçimde çalışan kuvvetler, yani kurumlardı.
Bu kuvvetler, siyasal iradenin vesayeti altına sokulduğu için Türkiye adalet sorunu yaşıyor. Partiler, ellerinde şikâyet dilekçesi verecek savcı arıyor. Suç duyuruları siyasete dokunuyorsa, savcıların ilgisini çekmiyor.
Aynı gaye için kurulmadılar, kendi özgün amaçlarına ulaşmak için millet adına iş görmek amacıyla kuruldular. Varlık nedenleri bu.