Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Abdullah OSKAY

Abdullah OSKAY

Ticaretin Politikası

Dünyanın durumu

Dünya büyük bir dönüşüm geçiriyor. Bildiğimiz ezberler bozuluyor. Dünyanın değişen jeo-stratejik ve jeo-ekonomik dönüşümüne yakından bakalım.

ABD’nin hegemonyası sorgulanıyor.

ABD hâlâ baskın güç. Özellikle teknoloji ve inovasyon konusunda değer yaratan yetkinlikleri herkesin dikkatini çekiyor. Doğal kaynakları bakımından zengin. Kendine yeterliliği yüksek. Yumuşak güç bakımından dünyada başka bir örneği yok. Herkesin gitmek istediği ilk ülke.

ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrasındaki hegemonyal konumu giderek sorgulanıyor. ABD her ne kadar zengin ve güçlü kaynaklara sahip olsa da, kaynaklarının aşındığının farkında. Başta Avrupa’daki müttefikleri olmak üzere birçok müttefikine Batı ittifakının savunmasına daha fazla katkıda bulunması için baskı yapıyor. Bunda da bir noktaya kadar başarılı oluyor.

ABD’nin içinde ABD’yi genel dünya meselelerinden koparmak ve kendi içine kapanmasını sağlamak isteyen tarihsel olarak güçlü bir blok da var. ABD’nin Japonya, Almanya, Tayvan gibi ülkelere verdiği aşırı ve gereksiz güvenlik şemsiyeleri bu kesimler tarafından sıklıkla ABD’yi gereksiz bir savaşa sokacağı nedeniyle eleştiriliyor.

ABD’nin tarihte birkaç kez daha hegemonyasının aşındığı dönemler olmuş, ABD bu aşınmaları yeniden restore edebilmişti. Şimdi restore edip edemeyeceği önümüzdeki dönemde dünya gündemindeki en önemli konuların başında olacak.

Avrupa: Yaşlı kıta, son şansını da kaybediyor.

Avrupa, dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip bölge. Wall Street Journal’ın son dönemde yayınladığı bir makalede, Avrupa’nın giderek zemin kaybettiği görülüyor. 2008 yılında hemen hemen AB ile ABD aynı ekonomik büyüklüğe sahipken, bugün ABD, AB’nin iki katı ekonomik büyüklüğe sahip. Avrupa, bütünleşik bir pazar olarak Çin, ABD, Hindistan gibi devasa büyüklükte yapılarla rekabet etmeli ve nüfusunu yeni göç dalgalarıyla güncellemeli iken, giderek azalan refahın da etkisiyle aşırı sağın yükseldiği, iç çekişmelerin arttığı, İngiltere’nin bloktan ayrıldığı bir döneme giriyor. “AB’nin güçlü bir geleceği olacak mı?” sorusuna giderek daha fazla kişi “Hayır” yanıtını veriyor.

Avrupa’nın lokomotiflerinden Almanya’ya daha fazla savunma harcaması baskısı yapılırken, Fransa’nın da son dönemde elindeki kolonilerinin ve koloni etkisindeki güçlerinin kaybına yönelik baskılar artıyor. Avrupa ülkelerinin tümü, İngiltere de dâhil olmak üzere, sürekli azalan güçlerini dünyadaki yeni jeopolitiğe uydurmaya çalışıyor.

Rusya: Büyük güçlerin hasta adamı

Rusya, tarih boyunca her zaman gelgitleri olan bir güç idi. Ruslar zaman zaman geri gitse de, Avrupa güç politikalarının en önemli merkeziydi. Ünlü Fransız Siyaset Bilimci Alexis de Tocqueville, 1830 yılında yazdığı “Amerika’da Demokrasi” kitabında geleceğin Rusya ve ABD arasında olacağını söylüyordu. Bu oyun oynandı ve bitti. Rusya kaybetti.

Şimdi ise Rus politik kültürünün yansımaları yeniden ortaya çıkıyor. Putin, çarların döneminde olduğu gibi, toprak ele geçirerek gücüne güç katmaya ve iktidarını sağlama almaya çalışıyor. Bu durumun Rusya gibi yaşlanmış, birçok toplumsal sorunu olan, kendini yenileme kapasitesini kaybetmiş bir ülkenin geleceğine çok olumsuz etkileri oldu, oluyor.

Rusya, bu aşınan gücünü Çin ile çok kutuplu siyaset vurgusuyla aşmaya çalışıyor ama Çin’in hızla artan nüfusunun aynı Soğuk Savaş döneminde Çin-Sovyet Sınır Çatışmalarına neden olarak iki ülkenin yollarının ayrılmasına neden olduğu gibi yeni krizlere gebe olması olası. Rusya ve Çin eninde sonunda yollarının ayrılacağı ve Rusya’nın nüfus eksikliği çeken bölgelerinde Çin nüfuzunun artacağı ve bunun da yine Rus-Çin çekişmesine yol açacağı bir döneme girilmesi olası. Rusya’nın Japonya’yla Kuril Adaları sorunu da eklenince Rusya’nın geleceği daha da belirsizleşiyor.

Çin: Nerede duracağı veya durup

durmayacağı merak edilen ülke

Çin dünyanın son dönemde ilgi merkezi olmaya devam ediyor. “Çin büyümesi gelip geçici mi, yoksa hegemonyayı zorlayıp alaşağı edebilir mi?” en çok yanıt aranan soru. Japonya, geçmiş dönemde Çin ile aynı yollardan geçmiş, önce ucuz ürünler üretirken sonra dünyanın saygı duyduğu ürünleri üreten bir hale gelmişti. Japonya’nın geçtiği yolda, Japonya’nın da hegemonyayı sorgulayıp sorgulayamayacağı sıkça tartışılmış, sonrasında Japonya yavaş yavaş büyüme etkilerini kaybeden sakin bir döneme girmişti. Çin için aynısının olup olmayacağı bugünün sorusu.

Çin, büyüyecek, güçlenecek ama benim öngörüm, ivmesini kaybederek, çatışmalardan kaçınarak ilerleyecek. Çin’in agresif değil daha doygun ve tatmin olduğu bir döneme girilmesi önümüzdeki dönem için olası. ABD’nin Çin ile olan çekişmelerinde Tayvan ve Güney Çin Denizi meselelerinde önemli tavizler vermesi olası. ABD, “büyük güçlerin müttefikleri için asla intihar etmeyeceği” gerçeğini Avrupa’nın iki dünya savaşının sonucunda en iyi gören ülke. İki ülke de daha sakin pozisyonlarda kendilerini adım adım konumlayacak gibi görünüyor.

Hindistan: Ancak bu kadar

yükselebilen ülke mi?

Çin’in çevrelenmeye çalışılması ve tedarik zincirlerinin Çin’den dost ülkelere kaydırılması gibi durumlar Hindistan’ın işine yarar dense de, Hindistan, hâlâ temel altyapılarını oturtmada zorluklarla karşılaşan bir ülke. Büyüme hızları artış eğiliminde ama Çin’in bugünkü seviyesine ulaşması için 20 yıl gibi uzun bir süreye ihtiyacı var. Elbette kapitalist sistem dünyadaki tüm ülkelerde adım adım oturacak ama Hindistan için bu durumun karmaşık yapısı içinde ne kadar istikrarlı ilerleyebileceği belli değil. Hindistan, sıkça analistlere ancak bu kadar yükselebilen ülke mi? dedirtmeye devam edecek gibi görünüyor.

Türkiye ne yapmalı?

Türkiye, ekonomik olarak Avrupa’nın yarı çevre ülkesi gibi. Ekonomik atılımlar, hâlihazır ekonomik altyapıdaki soyut ve somut altyapıyla sağlanamaz. Türkiye, mütevazı gücüyle yeni açılımlar arasa da, bunların etkisi sınırlı kalıyor. Afrika açılımı, Latin Amerika açılımı gibi açılımlar, Türkiye’yi bir noktaya kadar götürüyor ve sürekliliği sağlanmıyor. Orta Doğu’da Arap Baharı sonrasında içine düşülen dehlizden hâlâ çıkılamıyor. Türk Dünyası ile bağlar Rusya’nın azalan etkisiyle sıkılaştırılmaya çalışılsa da, sürecin istenen mahiyete akabilmesi için kaynak gerekli. O da şu anda Türkiye’de oldukça kıt.

Denenmiş birçok açılımdan Türkiye’nin bu zamana kadar çıkardığı ders belli. Orta büyüklükte bir güç olarak aşırı revizyonist taleplerde bulunmadan ilerlemek. Avrupa ile olan ekonomik ilişkileri olabildiğince tutmaya çalışıp yeni açılımları zorlamak, Rusya olan ilişkileri fazla hırpalamadan Türk Dünyası ile ilişkileri derinleştirmeye çalışmak. Bunu ne kadar etkin yapabilirsek, gelecekte Türkiye’nin durumu o kadar sağlıklı olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları