Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Abdullah OSKAY
Abdullah OSKAY
Ticaretin Politikası

Nice 30 Ağustoslara (04 Eylül 2024)

Medeniyetler Çatışması kitabıyla bilinen Samuel Huntington, dünyadaki medeniyetleri sınıflamış ve Türkiye’ye ise ayrı bir kısım açarak, Türkiye’yi “Arada Kalmış Ülke - Torn Country” olarak nitelemişti.

Türkiye, Doğu ile Batı arasında gerçekten bir kavşak ülkesi. Birçok farklı kültürden etkileniyor. Bu durum Türkiye’yi bir zenginlik ülkesi haline getiriyor.

Türkiye’nin kültürel zenginliğinin yanı sıra, geçmişte büyük bir medeniyete evsahipliği yapmış bulunması, İlber Ortaylı’nın deyimiyle “Üçüncü Roma İmparatorluğu” olması Türkiye’yi özel kılıyor.

Türkiye, kaybettiği imparatorluğa ağlayamadan bir ulus-devlete dönüştü ve hala kaybettiği imparatorluğun yasını tutamadan, günümüzü anlamlandırmaya çalışıyor. Bu da ister istemez zaman zaman gerginliklere neden oluyor.

Bu 30 Ağustos’ta üç kadın teğmenin okullarında birinci olarak mezun olması göğsümüzü kabarttı. Sonrasında ettikleri yemin ise çok tartışıldı. Yemini tartışmalı kılan aslında geçmişin gölgesinin üzerimizde dolanması.

Peki nasıl bir geçmiş?

Osmanlı İmparatorluğu Fransız Devriminin ardından yavaş yavaş Batı’dan geri kaldığını anladı. Reform çabaları ilk aşamada askeri alana yoğunlaştı. Geleneksel yeniçeri ordusu, Yunan İsyanında başarısız olmuştu. II. Mahmut, ulemayla birlikte artık dünyada tahtı sallanan “Eski Usul Rejimlerin” koruyucusu olan yeniçerileri kaldırmak için ilmek ilmek çalıştı ve 1826’da Vaka-yı Hayriye denen olayda yeniçeri ocağını kaldırdı. Reform çalışmaları tam meyvesini vermeden Yunan İsyanında düzenli ordusuyla önemli roller üstlenen Kavalalı ile valilikler meselesi üzerinden çatıştı ve “Denize düşen yılana sarılır.” diyerek Kavalalı’yı durdurmak için Rusya’yla anlaştı. Rusya’nın artan etkisini dengelemek isteyen İngiltere’nin Osmanlı’ya destek vereceğini açıklaması ve önemli ticari imtiyazlar koparması ile Osmanlı, İngiltere’nin 1882 yılına kadar toprak bütünlüğü konusunda desteğiyle ilerledi.

Kavalalının yarattığı krizler silsilesi, 1839 yılında ülkeyi Osmanlı modernleşmesindeki ana belgelerden birisinin yayınlanmasına götürdü. “Gülhane Hattı Hümayünü”. Bu belge ile din temelli bölünmüş Osmanlı toplum yapısından eşitlik temelli Osmanlı toplum yapısına evrilme öngörülüyordu. Müslümanlar duruma “Bundan sonra gavura, gavur denmeyecek” gücenmişti. Büyük bir yenilenme ve mevzuat dönemi olan Tanzimat Dönemi Osmanlı’da böyle başladı. Osmanlı’yı asla bir Hindistan’daki Babürlüler gibi tuzla buz hale getirmeyi önleyen imparatorluk bürokrasinin aklıyla ilerleyen bir yeniden yapılanma süreciydi bu. Sonrasında Kırım Savaşı döneminde ortaya çıkan Islahat Fermanı, ülkeyi modern çağa daha da taşıdı.

Kırım Savaşından sonra geleneksel düşman Rus etkisi yirmi yıllığına kırılmıştı. Balkanların kaynaması ve Rusların Balkanlardaki Slavları Pan-Slavist idealler adına desteklemesi, Osmanlı’yı 93 Harbi diye bilinen çok büyük bir savaşın içine çekecekti. 1877-78 Rus Savaşı, Osmanlı’nın son faslına girmesine neden olan büyük bir yıkım savaşı oldu. Ruslar, bugünkü Yeşilköy’e kadar gelmiş, top sesleri İstanbul’dan bile duyulur olmuştu. Yine İngilizlerin arka çıkmasıyla, İmparatorluk dağılmanın eşiğinden kurtulmuş, kayıpların önemli bir kısmı restore edilebilmişti. Bununla birlikte, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü 1839’dan beri destekleyen dönemin hegemon gücü İngiltere’de bu toprak bütünlüğünü savunmanın giderek maliyetli hale geldiğini söyleyenler oldu ve Lideral eğilimli Gladstone iktidara geldi. Rusya’yı durdurmak için Osmanlı’nın sınır boylarında ulus devletler kurulması bu dönemde ortaya çıktı.

Pandorra’nın Kutusu: 93 Harbi

1876’da “Üç Padişah” taht görmüştü. II. Abdülhamit, bunlardan sonuncusuydu. Tahta çıkmasının hemen ertesinde yaşanan 93 Harbi, imparatorluğun nüfus kompozisyonunu baştan aşağıda değiştirmiş, imparatorlukta Müslümanların 2/3 ağırlıkta olduğu bir nüfus oluşmuştu. İngiltere’nin desteği ise savaştan sonra kesilmişti. Abdülhamid, Osmanlı tarihinin en tartışmalı padişahlarından birisi olarak çok tartışılacak işlere imza attı. İslamcılık, Osmanlının temel ideolojisi haline geldi. İngiltere’nin desteğini kaybeden Abdülhamid, 1871’de imparatorluğunu tesis eden ve güçlenen Almanların “Dünya Politikası” siyasetiyle sahneye çıkma isteğinde artık önemli yer tutuyordu. Geleneksel deniz gücüne dayalı İngiliz siyaseti, Almanların kara gücüne dayalı siyaseti ile yer değiştirecekse, İngiliz imparatorluğunun tacı Hindistan, riske edilebilecekse, Almanlar bunu yedi tane B ile başlayan şehirden geçen 7B demiryolu ile yapacaktı. 7B, Berlin’den başlayıp İstanbul’dan geçip Bağdat’ta bitecekti. İmparatorluğun tacı mahiyetindeki Hindistan’ı riske atan bu durum, İngiltere’nin sert tepkisiyle karşılaşacak ve Birinci Dünya Savaşına giden yolun kilometre taşlarını döşeyecekti. Abdülhamit, İslamcı siyaseti ile de Almanların gündemindeydi. Gerek Mısır’da gerekse Hindistan’da bulunan Müslümanlarla İngilizlere sorun çıkarılabilirdi. Tüm bu çıkarların uyumu, Abdülhamid’in Almanları, imparatorluğun velinimeti haline getirmesine yol açtı.

Abdülhamid’in Tanzimat dönemi reformlarından kopan otoriter modernleşmeci siyaseti, birçok inşa faaliyetini beraberinde getirse de, çöküş kaçınılmazdı. Abdülhamid’in baskıcı rejimi sonunda düdüklü tencerenin gazı çıkmayınca patlaması gibi patladı. Geride birçok tarihsel ayrılıklar bırakarak.

İmparatorluğun Son Faslı: 10 Yıllık Uzun Savaş

Abdülhamid sonrasında iktidara gelen İttihatçılara Almanlar ilk başta Abdülhamid’i devirdikleri için kızgındı. Sonrasında İttihatçılar da koltukların onları adım adım ısıtmasıyla Almanların kucağına gitti. Önce Libya, sonra Balkanlardaki kayıplar, en sonunda da I. Dünya Savaşına giden yolun kilometre taşları, yine Almanlarla Osmanlının koalisyonu ile şekillenecekti. Almanların imparatorluktaki etkisine karşı çıkan Mustafa Kemal gibi askerler veya İttihatçıların ünlü Maliye Nazırı Cavid Beyler olsa da, iflas etmiş imparatorluk, Almanların belirli mali destekleriyle çok yıkıcı bir savaşın içine çekildi. Sonrası ise ittihatçıların ülkeden kaçtığı, Kurtuluş Savaşına giden yolun açıldığı bir dönem oldu. İmparatorluk tam on yıldır aralıksız savaştaydı. 55 yaşındakilere bile celp gönderilen, tüm kaynakların tükendiği bir savaş.

Bugüne Kalan

Mustafa Kemal, işte böyle bir dönemde ortaya çıktı. Kaynakları bitmiş, uçurumun kenarında, yorgun ve umutsuz bir ülkeye umut oldu. Savaşın modernleştirici ve dönüştürücü etkisiyle çok büyük reformlara imza attı. 30 Ağustos’u da Zafer Bayramı olarak bizlere bıraktı.

Tüm dünyada otoriter rejimler yükseliyor. Otoriter rejimler, tarih bu kadar açıkken, Özer Sencar’ın paylaştığı şekilde halk Atatürk’e minnet duyduğunu ifade ederken, üç-beş trolle, resmi tarihimizle kavga ediyor. Bu durum, ülkenin nerelerden geldiğini bilen, ne zorluklarla kurulduğunu bilen, idealist ve çalışkan insanları üzüyor. Üstüne, camiye bile siyasetin sokulması üzüntüyü derinleştiriyor.

Osmanlı modernleşmesi yalnızca Atatürk’e veya bir kişiye indirilemeyecek kadar geniş ve derinlikli bir proje. Kesintiler ve süreklilikler demek. İttihatçılar olmasa da Abdülhamit’in Almanya’yla Dünya Savaşına gideceği kesinken, İttihatçılar üzerinden veya Atatürk üzerinden yeni bir tarih yazımına girişmek, ülkenin değerleriyle kavga etmek, ülkeyi ve toplumu Huntington’ın tabirle “Arada kalmış - bölünmüş” bir hale getirmek, ne siyasete, ne yönetime sığar.

İktidarlar geçer, aslolan Yüce Türk Milleti ve değerleridir. Teğmenlerin nezdinde tartışılan, ülkenin değerleridir ve ülkenin değerleri, ülkeyi geçmişten geleceğe taşıyan sürekliliktir. Bu değerlerle oynandığında ülkenin temelleriyle de oynandığı bilinmeli, buna yeltenenlere en ağır yaptırımlar uygulanmalıdır.

Milletçe barış içinde, birlik içinde kutladığımız nice 30 Ağustoslara.

Yazarın Diğer Yazıları