Diyanet'in ne olacak bu hâlleri...

Saray, belli ki, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde Diyanet İşleri Başkanlığı''nı öne çıkartacak. Ali Erbaş''ı yeniden başkan yaptı. Ali Beyimiz ihtiramla R. T. Erdoğan''a teşekkür etti. Yeni rejimde, böyle görevlere getirilenler, ubûdiyetlerini bildiriyorlar. Açıklamalarında da sık sık "Cumhurbaşkanımızın emriyle…" diyorlar.

Hedef önümüzdeki seçimler. Bir tarafta Diyanet''in kadrosu; bir taraftan envaiçeşit tarikatların/cemaatlerin kurşun askerleri, dağ bayır propagandaya girişecekler.

Kimileri "Tepedeki"ne "ulûhiyet" izafe ediyorlar. Yakında, "Oyu vermeyen kâfirdir!" de demeye başlarlar!

Aklıma geldi... Ali Bey, Reis Bey''in, çılgın projesi İstanbul Kanalı için: "Kim ki, Kanal İstanbul''a karşıdır ulü''l-emre de karşıdır! Günaha girer!" fetvası çıkarır mı?!

Ali Bey, geçmişte "Günaydın, tünaydın demeyin, Cahiliye Dönemi âdeti." diye yazmış. "Selâmün aleyküm" denecekmiş. "Selâmün aleyküm" kültür birliği için, dini hatırlattığı için gerekli görülür. Ama "Günaydın"ı Cahiliye''ye atfetmek, dolayısıyla günah saymak neyin nesi?! Sonra birine tavzih gönderdi, "Yok öyle bir şey. Ben de günaydın derim." dedi. Ama yazı orada duruyor. Önemli değil.

Bir tarihte İsrail''deydim. Hem Filistin tarafını hem İsrail tarafını yazdım. Hazır İsrail''deyken ünlü Türkolog Jacob M. Landau''yu görmek istedim. Kudüs Üniversitesi''ne gittim. O sıra İsrail dışındaymış. Görüşemedim. Çıkarken, çantası omuzunda neşeli bir hoca girdi. Rastladığına "Şalom" diyor. Bize de "şalom" dedi geçti.

"Şalom" selâm demek. İbranice başka örnekleri var ki, "Selâmün aleyküm"e eş değer. Bunlara girmeyelim.

Muhterem Ali Bey! Branşınız itibarıyla Müslümanlıktan çok, Hristiyanlık üzerine çalıştınız. Size kendimden kaynak vereceğim. Elinizde yoksa not edin, yeri gelir lâzım olur.

Türkiye''de ekümeniklik ara ara alevlenir. Yine alevlendiği bir sıra Fener Rum Patriği Bartholomeos''a gittim. O sıra Yunanistan''dan yeni gelmiştim. Aynaroz Yarımadası''nda röportaj yapmıştım. (Avnaroz Papazı kitabımız var.)

Bartholomeos''a Aynaroz dışında, "din" ve "hoşgörü" üzerine sorum oldu. Bize de bir ders çıkar mı?

Soru: Gittiğim Ortodoks ülkelerde dinin sosyal hayat üzerinde büyük etkisinin olduğunu gördüm. Hayatı din şekillendiriyor, desem mübalâğa etmiş olmam. Hayatı dinin şekillendirmesi hoşgörüyü beraberinde getirmesi gerekirken düşmanlık daha artıyor. Türk-Yunan ilişkilerinde, Sırbistan ve eski Yugoslavya da örnek verilirse bunu nasıl izah edebilirsiniz?

Bartholomeos: Ortodoksların çoğunluk olduğu ülkelerin çoğu Komünizmin yeni çöktüğü ülkelerdir. Bu toplumlar şu an büyük sosyal, ekonomik ve siyasal bir kriz yaşıyor. Bu kriz toplumun davranışına da yansıyor ve bazen ırkçılığa yol açıyor. Bu krizin sorumlusu din, özellikle de Ortodoks Kilisesi olamaz. Aynı hoşgörüsüzlük sorunları 80''lerin sonunda bütün Avrupa''da da yaşandı ve hâlâ yaşanıyor. İşsizliğin artması sonucu, Batı Avrupa''da yaşayan vatandaşlarımız ve diğer yabancı uyruklu işçiler hedef alındı ve ırkçı Siyasal Partiler seçimlerde bir hayli başarılı olmaya başladılar. Fakat bunun dinle alâkası yoktur. Batı Avrupa''da bugün dinlerin günlük hayatta oynadığı rol çok zayıf olmaktadır. Buna rağmen, vatandaşlarımız bir çok kez kundaklanma hedefi oldu, Musevîlerin mezarları tahrib edildi. Demek istediğimiz şu: Bir toplumda hoşgörüsüzlük kaydediliyorsa, bunun sorumlusu din değil, o toplumun yaşadığı krizdir."

Ali Bey, önce İslâmda "davet/tebliğ" üzerine bir daha düşünsün. Cemiyetin niçin ayrıştığını bir tahlil etsin.

Yazarın Diğer Yazıları