Ciddiyetsizliğin de bir sınırı olmalı!
Devleti yönetenlerden dürüstlük ve ciddiyet beklenir.
Salgın bütün dünyayı sarmışken, hayat felç olmuşken, insanlar dondurucu havada, sırf ucuz emek almak için belediyenin ekmek kulübelerinde önünde onlarca metre kuyrukta beklerken, bir parti başkanı, kapalı spor salonlarını doldura doldura, kongre diyemeyeceğim, gösteri yapıyor.
Ekrana hangi yetkili çıksa aman mesafe, aman hijyen, aman maske, hatta çift maske, diyor, Saray'daki ise kendilerinde ilâhî güç görmüş olmalı ki, bizim topladığımız kalabalıklara bir şey olmaz, demeye getiriyor, insanları üst üstü yığıp slogan attırıyor, hoplatıp zıplatıyor...
Dışarıdan bakanlar, "Kapalı alanlarda yığınlarla kongre yapılıyor. Biz niye kalabalıkları toplamayalım." diyorlardır. Kumarcılar, gün kutlayanlar, eğlence düzenleyenler ceza yiyorlar... Onlar yakalananlar. Kim bilir kimler, kongre kalabalıklarını görerek, nasıl toplanıyorlardır ve salgını yayıyorlardır!
Kalabalık toplamalarının ne getireceğini ne götüreceğini düşünememeleri, düşünmek istememeleri elem verici.
Öyle bir ciddiyetsizlik, öyle bir vurdum duymazlık, öyle bir ne dersem odurculuk ki, Kuzey Irak'ta Gara bölgesine operasyon yapılıyor, 3+13 insanımız şehit ediliyor, devletin başı particilik derdinde... Kongrelerini iptal etmiyor, etmediği gibi, arada cenaze törenlerine yetişiyor, sonra dönüyor, kaldığı yerden yürüyor.
"Reis'imiz"e "vurdumduymazlık" yakıştırılamaz. Ama parti taassubu şehitlerin önüne geçirilirse, düşünmemiz lâzım. Salgın bir tarafta, beş yıldır, altı yıldır yolları gözlenen, PKK'nın yol kesip kaçırdığı askerlerimiz, polislerimiz, Gara'ya operasyon düzenleyenlerin plansızlığından mı, başka bir şeyden mi bilemeyeceğim, bir mağarada şehit ediliyorlar, askerimiz polisimiz olduğu bilindiği hâlde, infialden çekindikleri için önce sivil diyorlar. İşin gerçeğini bile bile particilik taassubuna yenik düşüyorlar. Hemen Ankara'ya dönülmesi beklenmez miydi?
Eski alışkanlık... Ak Parti iktidarının ilk yıllarında, şehitlerimiz yine geliyordu. Hiç oralı olunmuyordu. Öyle şaşırmış, öyle sıkılmıştım ki, artık şehitlerimizin cenazelerine katılmamalarının çetelesini tutmaya, gün gün yazmaya başlamıştım. 14 Kasım 2003'te bu köşede çıkan "Tayyip Bey ne zaman şehit ailelerine iftar verecek?" ara başlıklı yazımız umursamazlığın esasını göstertmeye yeter herhâlde:
"Artık bu köşede çetele tutmuyorum... Çünkü olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki çetele yetiştiremiyorum! Başından beri takip ediyorum; hükûmet ve muhalefet ne zaman şehit cenazesine katılacak, halkın acılarına ortak olacak? diye yazıp durdum. Ama onlar sadece belli kişilerin sevinçlerine ortak oldular; ya nikâha gittiler, ya sünnet düğününe...
Ama ülkesi için vuruşup şehit düşenlerin ailelerinin acılarını gidip bizzat paylaşmadılar.
Recep Tayyip Erdoğan peşine gazeteci ordusunu takip belediyelerin iftar çadırlarını dolaşıyor, kendi milletvekillerine ve bazı iş adamlarına iftar veriyor... Ama ülke için hayatını ortaya koyanlara moral verecek bir jest niçin yapmıyor? Niçin gönül almıyor, acılarını paylaşmıyor?
Gazilere, şehit ailelerine iftar ne zaman verecek?
Merakla bekliyorum."
Gara hâdisesi de kongreler de parti taassubu da vurdumduymazlık da çok tartışılacak.