CHP yenilenirken, yol nereye?
CHP kongresiyle ilgi olarak önce şu tespitleri yapabiliriz:
1-Demokratik ölçütlere ve normlara uygun bir kongreydi. Genel Başkan yarışında olanlar birbiriyle yan yana oturup, yine birbirlerini eleştirebilmekteydi. Bu yönüyle diğer partilere de örnek olabilir.
2-Seviyesi kaçar gibi olsa da eleştiriler dozundaydı.
3-Taraflar birbirine tahammüllüydü.
4-En önemlisi de CHP’de isteyen aday olabiliyordu ve “hain” sayılmıyordu.
5-En olumsuz tarafı da, hem Özgür Özel’in ve hem de Kılıçdaroğlu’nun sanki bir mecburiyetmiş ve CHP’nin 38. Kongresi’nin olmazsa olmazıymış gibi bölücü siyasetin lideri olan Selahattin Demirtaş’a gönderme yapmalarıydı. Bu durum, aynı zamanda CHP’nin, dolayısı ile Kuvayı Millîye’nin, hepsinden önemlisi Mustafa Kemal ilkelerinin tam tersi (antitezi) bir durumdu.
Bir karar vermeliler.
CHP, sosyalist, bölücülüğe açık bir parti mi, yoksa sol ama sosyal demokrat bir parti mi?
Kılıçdaroğlu’na gelince; önce olumlu yanlarını kısaca belirtelim:
-Her şeyden önce demokrat bir liderdi.
-Gerçek anlamda değişimciydi. Öyle ki partisini “sağa kaymakla” suçlanacak kadar değişimciydi.
-Siyasete eylemleriyle örnek olmuş biriydi. TÜİK’e gitmesi, Millî Eğitim Bakanlığı’na yürümesi ve en önemlisi de Adalet Yürüyüşü ile siyasi muhalefeti toplumsal muhalefete dönüştürebilmesiydi.
-Sahici sosyal demokrat görüntü verebildi. Ekonominin yükü altında ezilen, ülkenin herkes gibi eşit yurttaşı olduğu halde, aç ve açıkta kalan toplum kesimlerine ulaşmayı başardı. Aslında aynı tavrı, milliyetçiler ve muhafazakârlar da göstermeliydi. Çünkü “Millet Fakr’u zaruret içindeyken” milliyetçi siyaset yaptığını söyleyen biri, milletin acınacak hâlini görmezden gelemez. Aynı şey “dindarım” diyenler için de geçerli. Madem dindarsın, halk açlıktan ölürken, madenci ihmal yüzünde göçük altında kalırken, öğrencilere böcekli mekânlarda yemek hazırlanırken vicdanın ve içindeki din ve içindeki milliyetçilik neden susuyor?
-Toleransı/tavizi fazla olan biriydi. Bu durum ya iyi niyetle yahut beceriksizlikle açıklanabilir. İyi niyetli olduğunu düşünmekteyim.
Olumsuz yanlarına da kısaca şöyle bakabiliriz:
1-İttifaka sonradan katılan, oy oranları net olarak bilinmeyen ve getirisi de net olarak anlaşılamayan Davutoğlu ve Babacan’ın partisine çok sayıda milletvekili verdi. Bu aşırı iyimser bir durumdu. Ve siyasetin akılcılığı ile örtüşmemekteydi. Öyle olduğu için de partisi kendisini “değişim” üzerinden hem suçladı ve hem de görevden aldı.
2-Millet İttifakı’nı 4 partiyle sınırlamayıp, genişleterek, 6’lı Masa’ya dönüştürülmesi hata idi. Hâlbuki son katılan partiler isterlerse dışardan destek verebilirlerdi. Gereğinden fazla çokluk, yönetememe sorununu da beraberinde getiriyordu.
3-Kendisinin adaylığını önemsemesi ve planını buna göre yapması normaldi, ancak Türkiye’nin siyasal gerçeği de ortada. Siyaseti akılcı yapmaması, hem Türkiye’ye ve hem de kendisine büyük zarar verdi.
4-Kongrede ilk turda kazanamayıp çekilmemesi belki bir taktiğe dayalıydı; ikinci turda kayıp etti. Bu durumu “Onursuzluk” saymak doğru değil. Onur, seçim kazanıp kayıp etmekle ilgili bir hâl değil. Onur, kişinin özsaygısını kayıp etmesiyle alakalı bir durum. Sandığı terk etmedi diye, kişi neden değersizleşsin?
Sonuç olarak Türkiye’de ana muhalefet partisi, sağa kaymayıp, daha sola mı, yoksa birazcık da Selahattin Demirtaş yönüne mi kayacak göreceğiz.
Bu arada İmamoğlu faktörünü de iyi takip etmemiz gerekecek. Çünkü “değişim” diyerek ocağa ilk odunu o attı.
Önceden herkesin İmamoğlu’su idi. Şimdi CHP’ye yön veren, tam CHP’li İmamoğlu haline geldi. Yeni İmamoğlu ne yapacak onu da görüp izleyeceğiz.