Biz de şimdi Yunan’a mı küfredelim!!

Yunan askerleri “Türk”ten kurtuluş yıldönümünde “Türk”e küfredecek kadar kendilerinden geçmişlerse, acaba onlara ne telkin ediliyor da bu derece öfkeleniyorlar?

Arada Yunanlılarla barıştan bahsedilir. Ama sonra bir yerden cırtlak ses çıkar. Daha birkaç gün önce Yunanistan Genelkurmay Başkanı Dimitris Houpis konuştu... “Türkiye bizim için tehdit! 5 dakika içinde müdahale edebiliriz.” dedi.

Fesubhanallah!

Yunanistan’da Türklere karşı öfke niye körükleniyor? Türkler mi katliam yaptı, Yunanlılar mı?

Türklerin 14-15. yüzyılda Mora Yarımadası’na girişlerini, bilmiyorum, Yunan kaynakları nasıl yazıyor? Katliamdan bahsedilebilir mi? Katliam olsa, Yunanlılar 19. yüzyıla gelebilirler, bağımsızlık için ayaklanabilirler miydi? Mutlaka ölümler olmuştur. Çünkü bir başka milletin istilasından bahsediyoruz. Ama katliam?!... O vahşet... Bizim tarihlerde Yunanlıların bağımsızlık için ayaklanmalarında katliamdan bahsedilir. Bağımsızlık ayaklanması varsa, çoklukla katliam vardır, çünkü, kendilerinden olmayan oralara yerleştirilmiş insanlar ya sürülecekler ya yok edileceklerdir. Çoklukla yok ediliyorlar. Maksat “düşman”ın nüfusunu azaltmak. Direnç görülürse karşı saldırılar olacak, arada masumlar da hayatlarını yitirecektir.

Yazdım geçmişte... Bir tarihte Kaz Dağları’nda Tahtacılar arasındayım. Alevîliği yerinde araştırıyordum. Yunan işgalinde 10’lu yaşlarda bir kişiyle karşılaştım. Ege’yi neredeyse tamamen işgal eden, Ankara’ya dayanan Yunanlılar, acaba Kaz Dağları’nda da katliam yapmışlar mıydı? O zata bunu sordum. “Yunan askerleri gelirler, suçlu arar giderlerdi. Zarar vermediler.” demişti.

Bizim dönemin gençliği, sonra kırmızı fes giyip ortaya çıkan, fikren makulün ötesine geçerek çok insanı şaşırtan Kadir Mısıroğlu’nun “Yunan Mezalimi-Türk’ün Siyah Kitabı”nı okumuş ve etkilenmiştir. Bölgede, bana, Kadir Mısıroğlu’nun katliama uğramış ailelerle görüştüğünü anlatmışlardı. Meselenin bir de bu yönü var.

Birinci Dünya Savaşı’nda, İttihat ve Terakki yönetimi bir taraftan da iç isyanlarla uğraşmıştır. İsyancılar Ermeni Taşnakçılar ve Rum Pontusçulardı. Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam”ında, bizzat karşılaştığı Türk köylerinde Taşnakçıların katliam görüntülerini okurken insan öyle dehşete düşüyor ki...

Diğer taraftan Pontusçuların isyanına karşı Türk çeteler mücadeleye girerler. Rumlar aileleriyle kimi yerde dağlara çekilmişlerdir. Saklandıkları mağaralarda ağlamasınlar, sesleri çıkmasın, yerleri tespit edilmesin diye 2 yaşından küçük çocuklarını boğup öldürdüklerini okuyunca, nasıl irkildiğimi anlatamam.

1923 Lozan Antlaşması’ndan sonra biliyorsunuz, Türkiye’deki Rumlar Yunanistan’a gönderilmişler, Yunanistan’daki -Batı Trakya’da yaşayanlar hariç- Türkler ise Türkiye’ye getirilmişlerdi. Giden Rumlar, 1,5 milyon, getirilenler Türkler ise 500 bindi.

Yunanistan’da Türkiye’den göçürülen Rumları buldum. Onlarla aynı dili konuştum, onlarda bizimle aynı âdetleri gördüm.

Anlaşmak, birlikte yaşamak varken, iki taraf neden kışkırtılara gelsin?!...

***

Dimitri Kitsikis’in “Türk-Yunan İmparatorluğu- Arabölge Gerçeği Işığında Osmanlı Tarihine Bakış” kitabını dün hatırlatmıştım. Daha “Giriş”in epigrafında şu satırları veriyor:

“Osmanlı imparatorluğu, 'tüm böl­gelerinden bilginlerin övdüğü, dünyanın en güzel krallığı' idi." /Rigas Feraios, 1797 Yunanlı Devrimci

Bir Yunan araştırıcının, “Giriş”in başında yer alan şu satırlarına itiraz edebilir miyiz?

“Bu kitabın ana fikri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yunanlılar için ‘400 yıllık bir kölelik’ dönemi değil, tam tersine, Yunan kültürünün kesin surette katkıda bulunduğu ve Yunanlıla­rın övünç duymaları gereken, evrensel tarihin görkemli bir yapıtı olduğudur. Araştırmalarım sonucunda ulaşılmasını istediğim nokta; -bunun için belki bir yüzyıl daha bekle­mek gerekecekse de- gelecekte Türk ve Yunan gençlerinin aynı tarih kitabını okumalarıdır. Bu tarih kitabında Osman­lı İmparatorluğu, Türk-Yunan ortak alanında Bizans ve Bü­yük İskender İmparatorluklarından sonra üçüncü büyük tarihsel imparatorluk olarak yerini alacaktır.

Yunanlı’nın Türk'e duyduğu ve Batılıların yayılma emelle­rini kolaylaştırmak üzere işledikleri nefretin yarattığı sonuç, Yunan tarihinden bu büyük Türk-Yunan İmparatorluğunun eseri olan sütunu çıkartmak ve yerine, ‘400 yıllık kölelik’ adı verilen kara lekeyi bırakmak olmuştur. Geçmişte Fikirle­rimi yanlış anlayarak beni Türk tarihini Yunanistan lehine istila etmeye çabalayan bir Truva atı olmakla suçlayan bazı Türklerin; imparatorluktaki Yunan payını belirtmenin Türklerin payından bir şey eksiltmeyeceği gerçeğini anlayacakla­rını çok samimi olarak umuyorum. Aksine, iki halkın geç­mişte aynı kaderi paylaşmış oldukları gerçeği kavranınca, gelecekte birlikte -elbette başka tür işbirliği çeşitlerini kullanarak- yeni ‘imparatorluklar’ kurmanın; Bölge’yi Batı em­peryalizminden bir kez daha kurtararak, dünya kamuoyun­da -Batılıların Sünni Arap İslâm'ının basit bir hizmetkârı ko­numuna indirgemeye çabaladıkları- Türklerin kültürel ve ruhani birliğe (sykretismos) yönelik yaratıcı katkısını yeni­den tesis etmenin yolları önümüzde açılacaktır.” (Dimitri Kitsikis, Türk-Yunan İmparatorluğu (Çev. Volkan Aytar), 1. bs., İletişim Yayınları, 1996, s. 7-8)

***

İki taraf da birbirlerini anlamanın yollarını ararlarsa M. Kemal Atatürk ile Venizelos’un Türk-Yunan savaşından sonraki ilişkilerine bir baksınlar.

Yazarın Diğer Yazıları