Cemaatleşme-gettolaşma
Nakşibendîlik üzerine, Aziz Mahmud Hüdaî Vakfı öncülüğünde 2-4 Aralık arasında bir sempozyum düzenleniyor. Daha önce de sempozyumlar yapıldı. Tebliğleri biliyorum. Çok kıymetli.
Vakfın Üsküdar'da mekânına da yolum düşmüştü. Dar vakitti. Mescitlerine girmiştim. Örnek bir mescit.
Burada benim itirazım cemaatleşmeye, tarikatlaşmaya, dolayısıyla gettolaşmayadır.
Bahaeddin Nakşibendî ve yolu üzerinde ayrıca dururuz.
Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, şimdilerde, iktidarın koruyup kolladığı gözde vakıflardan...
Aziz Mahmud Hüdâyî "Tarikatnâme-i Türkî"yi yazmıştır. Eskinin şeyhleri şimdinin şeyhleri gibi değil; dönemin geçerli bütün ilimlerini tahsil ediyorlar, Arapçayı, Farsçayı mutlaka öğreniyorlar. (Batı'nın ilmi revaçta olsaydı onların dillerini de öğreneceklerinden şüpheniz olmasın!) Osmanlı'da âlimlerin hususiyeti, malumat-furuşluk demeyeyim de, ulaşabildikleri bilgilerin hepsine vâkıf olmak istemeleridir. Osmanlı'ya hayranlık duyanlar Cumhuriyet döneminde de bu yolu takip etmişlerdir. Rahmetli Ali İhsan Yurd'u (1927-1993) tanımıştım. İstanbul Beyazıt da, Beyaz Saray'da, Enderun Kitabevi'nde, her cumartesileri toplanılırdı. Öğretim üyeleri, tanınmış kişiler gelirlerdi. Biz de gider bir köşeye ilişirdik. "Akşemsettin Hayatı ve Eserleri" gibi önemli bir eser de bırakan Ali İhsan Yurd (TDK Başkanı Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin revize ederek yayınlamıştır.), fen de dahi her konuda fikir üretirdi.
Aziz Mahmud Hüdâyî, dervişleri için, "Tarikatnâme-i Türkî"yi rahat anlayabileceği bir dille kaleme almıştır. Muhtemelen Farsça ve Arapça kaynaklara girerek ortaya koyduğu tarikat âdâbını öğreten bu eserden Arapça ve Farsça tertiplerle bezeli ağır bir dil kullanmaktan kaçınmıştır. Belki önceki şeyhleri dikkate almıştır. Öncekiler de, tarikat mensuplarını eğitmek için herkesin anlayacağı bir dil kullanmaya özen gösterirlerdi. Fatih'in hocası Akşemseddin'in (1389-1459) de böyle bir eseri vardır. (Onun da Farsçayı, Arapçayı bildiğini, Kur'ân'ı hıfzettiğini, tıbbî alanda ihtisas sahibi olduğunu belirteyim.)
Kitapların adı "tarikatnâme" olunca, müritlere yönelik yazılınca, elbette, şeyhe kesin itaat söz konusudur.
Kitapta bu kesin itaat mevzusuna girilmiştir. Yalnız, benim aklımın takıldığı Hüdâyî'nin, verdiği şu örnektir:
"Azîz Mahmud Hüdâyî kuddise sırruhu bunları da Ebû Hamza-i Horasânî'ye isnad ettiği şu sözlerle takviye etmekte ve Hazret-i Ali radıyallahu anh'ten bir rivâyeti nakletmektedir. Ebû Hamza-i Horasânî buyururlar ki; 'Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e ittibâ etmekten başka Hakk yolunu gösterecek bir delil yoktur.' İmâm Ali kerremallahu vechehu da buyururlar ki; (et-turuku külluhâ mesdûdetun ala'l-halki illâ alâ men'iktefâ esera Rasûlillâhi sallallahu aleyhi ve selem) "Yolların tümü, Allah'ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in izini sürüp onu örnek alan kimseden başka mahlukatın hepsine engellenmiştir." (Dr. Rıfat Okudan, "Azîz Mahmud Hüdâyî Kuddise Sırruhû'nun Tarîkatnâme-i Türkî Adlı Eserine Göre Tarikat Edebleri", www.hudayivakfi.org)
Demek ki, yol Peygamber Efendimize açılmalı. Ama daha sonra makale yazarı, tasvip manasına şeyhlere itaat üzerinde duruyor. Prof. Dr. R. Okudan'dan, bu çelişkiyi izah etmesini bekleriz. (Prof. Dr. İsmail Yakıt Hoca'nın talebesi olduğuna göre, hocasının cemaatleşme-tarikatlaşma hususunda görüşlerine de vâkıftır.)
Geçmişi zamana taşır ve öyle olmasını istersek, yanılırız.