Böyle sorun mu çözülür?
Adamlar, “Barış süreci” diyor. “50 yıllık, hatta Osmanlı’nın son dönemlerinden kalan sorun” diyor, ama her nedense “Sorun” dediği olguyu, olması gerektiği gibi çözecek adımlar atmıyor. Ortada devlet ciddiyeti yok. Sahiden varlık göstermesi gereken “Devlet aklı” da yok.
Ne var biliyor musunuz? Gürültü-patırtı. Gizem yaratılarak iyi bir şey yapılıyormuş gibi siyasi eylemler var.
Her şeyden önce, Türkiye’yi bugüne sürükleyen, “50 yıllık kronik sorunun” dedikleri terörün çözüleceğinin duyurulması dahi başlı başına problem. Böyle devlet ciddiyeti ve böyle siyaset mi olur? Böyle siyasetle, kim hangi sorunu çözebilir?
Hatırlayın! Günün birinde Bahçeli ansızın, kimsenin beklemediği bir anda, çıkıyor partisinin grup toplantısında var gücüyle haykırıyor: “Öcalan gelsin meclis kürsüsünde konuşsun!”
Olayın ciddiyetsizliğine ve samimiyetsizliğine bakar mısınız? Milliyetçi olduğunu iddia eden, 40 yıllık bir partinin 20 yıldan fazla genel başkanlığını yapan birinin, müebbet hapse mahkûm, terör örgütünün de kurucusu, Türkiye’nin başına bela olan, bir hükümlüyü, TBMM’de konuşmaya çağırması akıl bir iş mi? Aklı başında, azıcık devlet yönetiminden anlayan, hukuk bilen, bilmiyorsa bir bilene soran biri, böylesine, olmayacak bir duaya âmin diyemez. Bu madalyonun bir yüzü. Öteki yüzü ise, vatansever kamuoyuna rağmen, onları incitirim endişesi duymadan, temel fikir ve felsefi düşüncesiyle taban tabana zıt bir açıklamayı nasıl yapabilir?
Bahçeli’den başlayan ve gittikçe halktan uzak tutularak ilerleyen sürecin, bir diğer çıkış noktası da bizzat iktidarın kendi içinde ortaya koyduğu tutarsız politikalarla yol almağa çalışmasıdır. Uzun bir süre boyunca “Terörist” olarak nitelenen DEM Partisi ile onun Mardin Belediye Başkanı, sözde “demokratik görüşmelerin” baş aktörlerinden biri.
Siyasi manzaraya bakın. Terörist Ahmet Türk, Türkiye’yi MHP’nin çağrısı ile terörden kurtarmağa çalışıyor. Sadece bu manzara bile, yürütülen yeni çözüm sürecinin başlı başına ne kadar yüzeysel ve temelsiz olduğunu gösteriyor.
Benzer şekilde, kayyım atamaları bağlamında, diğerleri de buna eklenebilir. Bunları neden belirtiyorum? Şundan: Eğer İspanya’daki ve İngiltere’deki gibi sahiden terörü bitirecek, samimi ve ciddi bir eylem içinde olacaksanız; böyle temelsiz, kendi içinde tutarsız, neyin neden yapıldığını halkın anlamadığı, dışardan bakıldığında, bal gibi ciddiyetsiz görünen siyasi davranışlarda bulanmazsınız.
Terör sorunu üzerinde çalışan ve uzlaşı sağlayan ülkelerin işe koyulmak için ilk yaptıkları şey, terör örgütlerine “silahı bırakın gelin görüşelim” demek oldu.
Bizde ise ne 2013’de ne de şimdi, terör örgütleri silah bırakmadı. Tam tersine, silah bıraksın diye koskoca bir ülke ve devlet yönetimi, müebbet hapis cezası almış birinden yardım bekleyecek hale sokuldu. Milliyetçi bir parti, avazı çıktığı kadar bağırıp, teröristbaşına yardım çağrısı yapıyor.
Acizliğin bir fotoğrafını çekin deseniz, derim ki, işte bu siyasal tablo, tam da onu ifade ediyor. Düşünsenize, 40 yıl sürmüş bir cinayet, suikast, yol kesip adam kaçırma olaylarının toplam geçmişini, idam mahkûmu tek bir kişiye bağlamışlar ve onunla çözeceklerini iddia ediyorlar. “Silah bırakın” diyecek tüm geçmiş silinecek.
Peki, neyin karşılığında silah bırakın diyecek bu adam?
İmralı’dan ev hapsine çıkması karşılığında. Şimdilik bildiğimiz, dışarı yansıyan bu. Pazarlıkların sonunda ne olur onu bilmiyoruz.
Bir de Suriye’de yeni durum meydana gelmiş de bu durumun Türkiye’ye yansımaları olacakmış da Suriye’nin Kuzeyindeki PYD güçlerini Türkiye’nin lehine çevirecekmişiz.
Hayale bak.
ABD neden orada peki?
ABD, tam 12 yıldır, askeri araç, gereç ve silahı oraya boşuna mı getirdi? Milyarlarca doları boşuna mı harcadı? Adamlar 40 yıldır tam da bugünleri beklemiyor muydu? Yumurta kapıya geldiği sırada bizimkiler, “vaz geçecek” diyor, “yumurta çıkmayacak.”
Bizim tutarsızlara sorarsanız, bunun sihirli gücü Türkiye’nin elindeki teröristbaşı. O konuşur, bütün PKK ve türevleri esas duruşa geçip, ezeli amaç ve hedeflerinden vaz geçer. “Kürdistan da neymiş. Özerkliği ne yapalım. Yaşasın Türkiye” derler.
Azizim, bize “devlet aklı” diye yutturmağa çalıştıkları gelişmelerin plansız, programız ve stratejisiz olduğu apaçık ortada. Böylesine ezeli ve tarihi bir çaba içine girecek devlet aklı, önce ülkedeki dirlik düzeni sağlar. Sağlam bir adalet düzeni kurar. Ekonomiyi düzeltir. Toplumu hazırlar. Siyasal kesimlerle azami düzeyde hazırlık yapar. Her şeyden önce bir strateji ortaya koyar. Hedeflerini, uzak yakın yol haritalarını belirler. Toplum kesimleriyle ön çalışma yapar. Ülke aklının zihin haritasını çıkarır ve sonra da bunlardan hareketle ciddi bir eylem palanı ortaya koyar.
Var mı böyle bir ciddiyet?
Yok!
Allah bilir, bizi nereye doğru sürüklüyorlar. İzledikçe anlamağa çalışacağız.