Süleyman Şah’tan Emevi Camisi’ne

İnsanların hayat hikâyesi gibi devletlerin ve toplumların da hayat hikâyeleri vardır. Buna tarih diyoruz. Biz, istediğimiz kadar sakin, kavgasız, belasız, her şeyin yolunda gittiği bir düzen hayal etsek de tarih, yaşam enerjisini, uzun süren barışlardan değil, çoğu kere mücadele ve çatışmalardan alıyor.

Yaşadığımız coğrafya, üzerinde yaşayan toplumlara kolaycılık sunmuyor. Mesela kimi dünya toplumlarının tarih hikâyeleri, basit olaylar dizisiyle ilerlerken, Türkiye’nin hikâyesi, aksiyonu yüksek filmler gibi hızlı, art arda gelişen olaylarla ilerliyor.

Tempo yüksek.

Türkiye, son 15 yıl içinde çok önemli olaylara şahit oldu. İktidar aklının izlediği dış politika sayesinde, önce Suriye’deki küçücük vatan toprağımızı kayıp ettik. Evet, küçüktü, ama orada Anadolu’da var olmamızın gerekçesi olan Osmanlı’nın kökleri vardı.

Süleyman Şah türbesinden söz ediyorum. Süleyman Şah’ın kimliği hakkında Google Özgür Ansiklopedi şu bilgiyi veriyor: Osmanlı İmparatorluğu'nun resmî olarak kurulmasına giden süreçte önemli bir yere sahiptir. Kaya Alp'in oğlu ve Ertuğrul Gazi'nin babası olan Gündüz Alp'in atasıdır. Bazı kaynaklara göre ise Ertuğrul Bey'in babası. Oğuzlar'ın Kayı Boyu'ndandır.”

Tarihçiler arasında tartışma olsa da Süleyman Şah, köklerimizden ve temellerimizdendir. Maalesef, türbesi iki kere taşınmıştır. İlk mezarı, Fırat’ın doğusunda Caber Kalesi’ndeydi. Burası Rakka’ya bağlı Tavrah’ın karşısında bulunan bir kaleydi. Türk toprağı sayılmaktaydı. Sonra 1975’te, Esad rejimi tarafından, baraj yapılacağı, dolayısı ile türbenin suların altında kalacağı Türkiye’ye bildirilmiş, bunun üzerine Türkiye türbeyi, kendisine daha yakın bir mesafede bulunan Karakozak Köyü’ne taşımıştı. Ancak Süleyman Şah’ın yolculuğu burada bitmemişti. Çünkü tarih bu defa, ABD’nin “Arap Baharı” dediği Orta Doğu’yu parçalama planı gereği, Ayn al-Arab (Kobani) olaylarına şahit oldu. Bölgede Türkiye ile çatışan PKK unsurları olunca, türbede nöbet bekleyen askerlere yönelik risk arttı. Bunun üzerine yeni bir göçe hazırlanmak zorunda kaldı. Üçüncü mezarı, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından bir gece operasyonuyla, “büyük başarı” gösterilerek, Türkiye sınırının hemen karşısına getirildi. Böylece Osmanlı Devleti’nin kurucusu, Osman Gazi’nin atası, Kaya Alp oğlu Süleyman, üçüncü kere mezardan mezara taşındı.

Şimdi?

SDG çatısı altında bulunan iki önemli yapı var. Biri, siyasi yapı SYD, diğeri silahlı yapı PYD. Şu sıralar bunlar lütfetmişler, Türkiye’ye diyorlar ki: Kaçırdığınız “Süleyman Şah’ın türbesini geri getirebilirsiniz.”

Lütfa bakar mısınız?

E, siz, “APO gelsin Meclis’te konuşsun demişseniz, onlar da Süleyman Şah buyursun gelsin” derler tabii.

Paslaşma diye buna deriz.

Acaba kırılma mı desek?

PKK lütfetti mi desek bilemedim.

Gelelim Emevi Camisi’ne.

Her nedense Emevi denilince tarih önümüze, kurucu lider Ebu Süfyan’ın oğlu, Hz. Peygamber soyunun düşmanı, Şam’ın eski valisi, Muaviye’yi getiriyor.

Caminin bir suçu yok, adı Emevi de olur, Abbasi de. Nihayetinde o bir mabet ve bir bina. Gider namazımızı kılarız.

Ancak Emevi adı pek çok çağrışımı beraberinde taşıyor. Bir mesaj gibi.

Emevi, İslam birliğini bozan bir sembol. Mezhep çatışmalarını başlatan, dindar zihinleri birbirine düşman eden, sahabeler arasına bile ayrım sokan bir siyasi akıl demek. Bırakın ayrımı, sahabe katleden bir siyaset demek.

Dahası da var.

İktidar oldukları dönem boyunca müminlerin kalbinin attığı, birlik beraberliğin cem olduğu mekânlarda, dinin en yücesi, Hz. Peygamberin ehlibeytine hakaretler ettiren bir siyasi tarihi bize hatırlatıyor.

Bu sebeple Emevi adının yazılı olduğu bir tabelanın altında namaz kılmak çoğu Müslümana zulmü hatırlatıyor. Bundan dolayı Suriye’de fakir bir mescidi, Emevi Camisi’ne tercih edecek pek çok insan olabilir.

Hülasa, Süleyman Şah’tan Emevi Camisi’ne, Türkiye’nin dış politikası, bir kırılma mı, bir fetih mi, yoksa süper bir başarı mı diye sormak lazım.

Ne dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları