Güvensiz ve dışlayıcı siyasetle olamayız
Terörün bitmesini, huzurlu bir ülke olmayı kim istemez? Aklı başında, ülkesini seven herkes ister. Dolayısı burada, isteme konusunda tartışılacak bir şey yok.
Peki, neyi tartışıyoruz? Ve neye, niçin itiraz ediyoruz?
Tarihte birçok devlet kurmuş ve kayıp etmiş bir toplum olarak ister istemez endişeleniyoruz. Gelişmelere karşı şüphelerimiz var. En başında da iktidar odaklarına karşı güven sorunumuz var.
İşbaşındaki AKP iktidarının tüm uygulamaları, yönetme irade ve davranışları bütün toplumu kucaklayıcı mı?
Hayır!
Tam tersine “Bizden olanlar ve olmayanlar” ayrımına dayanan, toplumsal bütünü parçalayan, dışlayan ve ötekileştiren bir anlayışla hükmediyorlar. Bu durumda hangi gerekçeyle kendilerine hak verip güven duyalım? Onlar, toplumun önemli kesimlerini ittikçe, itilen kesimler, onlara doğru aşkla koşsun mu? Merak ediyorum: Bunu neden yapsınlar?
Kaldı ki ülkemizde derin bir yoksulluk ve iktidar eliyle oluşturulan derin bir yolsuzluk iddiaları var.
Türkiye’nin dağları, ovaları madenleri kısaca doğası, çok büyük bir çevre katliamıyla karşı karşıya. Halkın köylüsü, emeklisi, işçisi çevre katliamın karşı dururken, iktidar, yarattığı sermayeyi, halka karşı zor kullanarak savunuyor. Köyünü zeytinliğini, ülkenin dağ ve ormanlarını savunan insanların karşısına, kendi evlatlarından jandarma dikiyor. Mahkeme kararlarını beklemeden, ağaçlar kesiliyor, inşaatlar başlıyor.
Türkiye’de ekonomik, siyasi, sosyal her türlü başarısızlığı önce yaratıyor, sonra da “Sabredin çözeceğiz” diyor. Bu tekrarlar, yıllardır aynı şekilde sürüp gidiyor. Lakin sorunlar çözülmediği gibi gittikçe de derinleşiyor. İşte içinde yaşadığımız ekonomi tablosu ortada.
Adalet konusunda dibe vurmuşuz. Anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan bir siyasi yönetimle iç içeyiz.
Söyler misiniz, tüm yaşadıklarımız ortadayken, bu siyasi iktidarın, gerçekten terör sorunun çözeceğine yahut çözmek istediğine, hangi asil davranışına bakarak inanmamız gerekiyor?
İktidar ve ortakları, toplumu kucaklamıyor. Kısaca kapsayıcı bir Cumhurbaşkanlığı modeli ortada yok. Tüm zamanlarda dışlayıcı olmaya özen gösteriyor. Bu durumda benimsenir olmaktan bizzat kendi kendileri uzaklaşıyor. Öyle ise “Türkiye Yüzyılı” hangi mutlu toplumun, kapsayıcı yüzyılı olacaktır?
Gelelim Bahçeli’ye.
57. Hükümet döneminden başlayan siyasi kararları ve ataklarına bakıldığında, aslında, yan yanayken de karşısındayken de AKP’ye hizmet ettiği ortaya çıkıyor.
2002’de kimsenin beklemediği ani bir çıkışla, seçim istemesi ve sonrasında AKP’nin iktidar olması sürecini o başlattı.
Sonrasında yaşananlar da gene AKP’ye yaradı. Örneğin Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanı önerip Kemal Kılıçdaroğlu’na ince bir taktikle açıklatması ve sonrasında Erdoğan’ın seçilmesi de aynı yöntemin bir parçası.
Abdullah Gül’ün seçtirilmesi de aynı. MHP’den aday olmak isteyen rahmetli Sadi Somuncuoğlu’nu hert zortla, üzerine yürüyerek caydırıp, mecliste, hem en sert muhalif olarak görüldüğü halde sonuçta Abdullah Gül’ü seçtirmesi sürecin devamı niteliğinde.
Ya Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi ucube bir yönetim biçimini gündeme taşıyıp, “Erdoğan Anayasaya uymuyorsa, biz ona uygun sistem kuralım” söylemiyle, kişiye özel yönetim şekli kurulmasına neden olup, bunun adını da “Türk usulü” diye açıklamasına ne diyeceğiz?
En şok edicisi de, her hafta Erdoğan’a grup toplantılarında en ağır hakaretleri edip de ansızın çark edip, Cumhur ortağı haline gelmesi yok mu, ortalama aklın yanıp kül olduğu yer değil miydi? Tarih, böylesine büyük bir ideolojik, fikri, felsefi ve siyasi tersyüz oluş görmedi.
Şimdi, bu siyasi liderler ve onların kadroları, medyası ile tüm ekibi, bize, teröristbaşı ile iş birliği yapıp “Türkiye’yi terörden kurtaracağız. Kürt-Türk kardeşliğini sağlayacağız. Terörü bitireceğiz” diyor. Üstelik geçmişte 790 güvenlik görevlimizin şehadetine neden olan “Çözüm süreci” ortada dururken, normal siyaseti kucaklayamadıkları bilinirken, hukuku ve adalet düzenini katlettikleri herkesin malumu iken, bu siyasi zihniyete neden, niçin, hangi adil, vicdanlı, güven veren davranışına bakacağız da inanacağız?
Çok daha mühimi, ortada, ABD-İsrail’in BOP projesi gözümüzün önünde dururken, bunların söylediklerine nasıl güveneceğiz?