İlim ile… bilim ile… dua ile…

Ben, gecenin en zifir anını bazen rüyanın en kâbuslu anına benzetirim.

Yani mışıl mışıl uyurken, birden kan-ter içinde kalır insan.

Rüyada gördüklerinden korkudan kalbi sıkışmaya başlar…

Nasıl olur bilemiyorum, acayip sesler çıkararak yatağın üzerinde yıldırım hızıyla doğrulur.

Ve her iki eliyle yüzünü sıvazlar:

“Çok şükür yatağımdayım.” diyerek, bir süre, belki de saniyeler içinde o sessizliğin içinde kendini bulmayı dener.

*

“Kâbustan uyanarak kurtulduk da ya gecenin zifiri karanlığını nasıl halledeceğiz” diyeceksiniz öyle değil mi?

Madem gecenin en zifir karanlık anı, aydınlığa en yakın olanıdır, senin de işin kâbus görmekten daha kolay olsa gerek.

*

Elbette kâbus gördüğünde bir hışımla doğrulduğun gibi doğrulamıyorsun karanlığın içinde.

Karanlığın içinde, etrafında olup bitenleri de göremiyorsun ya, Güneş’in doğmasını umut ediyorsun.

Bunun için, belki de kendi içinde şarkılar, türküler mırıldanarak ruhuna melodiler gönderdiğinde, inan bana bu seni oyalayacak ve korkudan uzaklaştıracaktır.

*

“Nereden biliyorsun?” diyeceksiniz öyle değil mi?

*

Çocuktum ve bizim köyümüze yakın Topaca ormanımız vardır.

Orman çıkışının birkaç yüz metre dışında da köy tarafında bir de bostanımız vardı. O bostanı sulama keşiği (sırası) bize geç gelmişti ve biz de akşama kalmıştık.

Bostanı sulayıp da anamla el ele tutuşup; biraz da sırtımıza ağaç dallarından oluşan kuru odun sardık, Mesudiye’deki evimize gideceğiz.

*

Hava zifiri karanlık.

Ormanın içindeki ağaçlardan gelen uğultular…

Acayip sesler…

Anam o akşam bunların hiçbirini bana hissettirmeyip, o yanık sesiyle karanlık ormanın içinde başladı türkü söylemeye.

Sonra da ben anama eşlik ettim.

İçimde korku neyim yok ki!

İkimizin elinde birer sopa, sırtlarımızda sarılı, odun yığını ve sadece önümüzü görebiliyoruz.

*

15-20 dakikanın sonrasında Topaca ormanının içinden çıkıp da sokak lambaları görünmeye başladığında nasıl da mutlu olmuştum anlatamam.

Ama ben hâlâ türkü söylemeyi sürdürüyordum.

Anam da bana:

“Yunis oğlum, geldik. Aha az kaldı. Korkulacak bir şey yok!” deyince ben:

“Niye ki ana, neden korkak ki?” demişim.

“Karanlıktan” dedi anam.

“Karanlıktan oğlum, karanlıkta neyin nerden geleceğini bilemezsin.” demişti.

*

Yıllar sonra anladım ki insan önce kendi içindeki karanlığını yenebilmeli.

Sonra, zaten Güneş istesek de istemesek doğacak.

Elbette karanlık, yerini aydınlığa devredecek ve dünya döndükçe de Güneş’le Ay sürekli yer değiştirecek.

Burada hangisinin daha uzun süre kalacağına o dengeyi kuran belirliyor.

Biz insanoğlu ise içimizde hangisini beslersek o daha uzun süre yaşayacak.

Ancak karanlık korkutur insanı…

Aydınlık; ise bilime… ilime… güzelliğe götürürken rahatlatır…

*

Karanlığı tercih edersen geride karanlığını bırakırsın ve sana ‘Beddua’ ederler.

Aydınlığı tercih edersen, geride güzel şeyler bırakırsın ve sana ‘Dua’ ederler.

Esas mesele ‘Bed’i tercih ettirmemekte.

*

Bu dünyanın öbür tarafı da var.

‘Sen yok desen de var, var desen de var.’

Gidip görmedim elbette ya, ben ‘O Kitaba’ inanıyorum.

O nedenle de karanlıktan da karanlık işlerden de korkuyorum ben.

*

İlim ile… bilim ile… dua ile...

Ancak o zaman bizi korkutan karanlıktan kurtuluruz!...

Yazarın Diğer Yazıları