AKP'lilerin cumhurbaşkanı mı?
R.T. Erdoğan bugün "Ak Partililerin başkanı" olacak. ("Cumhurbaşkanı"nın "cumhur"u, artık eğreti.)
Keşke Anayasa değişikliği TBMM'de kabul edildiği gibi halk oylamasında da üçte iki çoklukla kabul edilseydi. Ve keşke oylamada hile yapılmasaydı.
Böyle tartışmalı referandumda neredeyse "krallık" yetkisi alan şahsın kimin cumhurbaşkanı olacağı ayan beyan ortada. Bugünkü yapacağı konuşmayı bazıları "manifesto" niteliğinde göreceklerdir. Görmesinler.
Daha yakın zamanda ne söylediklerini biliyoruz... "Türk" değil; "Türkiye milleti"nden, "eyalet sistemi"nden bahsedildi.
Önceki gün haberlerde, R. T. Erdoğan'ın nerede konuşuyordu bilmiyorum, "Türk milleti" sözü kulağıma çalındı. (Kusura kalmasınlar, Zat-ı Muhterem hep konuştuğu için ne demiş diye merak etmiyorum. Hiç dinlemem. Konuşmaya başlayınca, zeminden âsumana onun sesi duyuluyor, ister istemez kulağıma geliyor!)
Aklıma hemen Nuri Pakdil'in meşhuuur "selâmlama"sı geldi. "Kurucu Lider"i kastettiği çok belli, "Firavun" demesi, hiç alâkası yokken sırf Türk'ü silmek ve sırf insanlarımızı tereddüde düşürmek için Mustafa Kemal'in "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözünü inadına "Ne mutlu Müslümanım diyene" diye vurgulaması ve bu "selâmlama"yı hususiyetle "Cumhurbaşkanı"nın çok sevdiğini, onun için tekrarladığını belirtmesi asıl gayenin ne olduğunu işaretliyor ve bizi ister istemez kuşkuya sürüklüyor.
Orta Doğu ülkeleri "tarafsız cumhurbaşkanı"nı pek kabullenemezler.
M. Kemal Atatürk, partili olmakla beraber, başbakanlık sistemi vardı. Kendisi, o günün şartlarında ister istemez kurduğu partinin başındaydı. Sonra çoklu sistemi zorladı. 1925'te, 1930'da, yeni partiler kurdurdu ama şartlar uymadı; tek parti yönetimi devam etti. Koskoca imparatorluğun külleri üzerinde yeni hayat bulmak isteyen bir yeni devlet, öyle başkalarının kolayca nüfuz edebileceği değişiklikleri hemen yapamazdı. Sindirmek gerekiyordu. Nitekim 1940'lı yıllar köklü değişme yılları oldu. Nihayetinde 14 Mayıs 1950'de çoklu sistemin temeli sağlam örüldü diye düşündük ama yanıldık. Tam 10 yıl sonra yine mayıs ayında, çoklu rekabet sistemi sekteye uğradı. Yine toparlandık, yine çoklu sistem dedik. Ancak 11 yıl sonra 1971'de 12 Mart Muhtırası'nı yedik... (Ara teşebbüsleri; 22 Şubat 1962'yi, 20 Mayıs 1963'ü saymıyorum.) 12 Eylül 1980'de bir darbe daha. Yine toparlanma... Yetmedi, 28 Şubat 1997'de örtülü darbe; yetmedi 15 Temmuz 2016'da bir darbe teşebbüsü ve hemen akabinde karşı darbe: "Koltuk sevdalıları"nın iş birliğiyle köklü rejim değişikliği... Orta Doğu geleneğine dönüş.
Baas Partisi'nin hüküm sürdüğü Suriye'nin Anayasası ile hemen hemen aynı bir Anayasa değişikliğine gittik. Yani Baas Partisi yönetimi şekliyle karşı karşıyayız.
Halkımız referandumda: "Yaptığınız halkın iradesini yok saymaktır; asla kabul edilemez. Hile bir gün size dönecek ve demokrasi galip gelecektir!" dedi. (Yüzde 49'un hilesizi yüzde 53; eşit propaganda imkânı olsaydı yüzde 80).
Demem o ki; kaç darbe yaparsan yap halk "demokrasi"yi zorluyor.
Allah alîmdir, hakîmdir. Yüce Rabb'imin bir bildiği var elbette!