Üniversiteler... Ne olmalı?
Biz vakıf üniversiteleri üzerinde duruyor, aksaklıkları yazıyoruz ama bazı devlet üniversitelerinin, öğretim üyelerini “köleleştirme” de vakıf üniversitelerinden geri kalır tarafı yok!
Vakıf üniversiteleri arasındaki sıralamanın bir benzeri devlet üniversiteleri liginde de söz konusudur. Üç büyük şehir ve Bursa, Antalya, Eskişehir’de bulunan devlet üniversiteleri, devlet yüksek öğretiminin süper ligini oluşturuyorlar. Burada görev alan akademisyenler, ilmî araştırma yapma, yayınları takip edip proje hazırlama noktasında hayli avantajlılar. Zira söz konusu üniversitelerde görülen kadro yeterliliği, bu üniversitelerin akademik personelinin haftada sadece 1-2 ders verip, sınıfta 6-9 saat geçirmeleri sonucunu beraberinde getiriyor. Dolayısıyla devlet üniversitelerinin birinci liginde yer alan eğitim kurumları personeli, ders vermede, kendisine zaman ayırmada, meslekî ilerleme sağlamışlar, Batı ülkelerindeki üniversitelerin seviyesini yakalayan, sahalarında ihtisaslaşabilen yegâne topluluk olma özelliklerine ulaşmışlardır. Buna karşılık taşradaki üniversitelerde görev alan personel, kurumlarındaki kadro darlığı yüzünden haftada 5-6 çeşit dersi 24-27 saat bilfiil derse girerek vermek zorunda. Dolayısıyla taşradaki devlet üniversitelerindeki personel yetersizliği, vakıf üniversitelerindeki meslektaşları ise çoğu vakıf üniversitesinde uygulanan adı konmamış “kölelik” sistemi yüzünden üniversite personelinden ziyade dershane hocası konumunda görev yapıyorlar.
Üniversitelerde politik çekişmeler mutlaka en aza indirilmelidir. Keskin görüşleri olanlar dahi, kendilerine ilmî bir çerçeve çizebilmeli, günlük politikaların üzerinde yorum getirebilmelidirler. Bu, eğitim seviyesi yanında, tecrübeyle de yakından alâkalıdır. Türkiye’de ilmî tartışma zemini var mıdır? Düşünmek gerekir.
Dikkat ederseniz, bu köşede keskin görüşleri olan, hatta PKK’nın fikrî zemininde seyreden öğretim üyelerinin yorumlarını bile verdim. Yanlış anlaşıldıklarını, yazdıklarının yanlış anlamaya gelebileceğini, açıklama getirmek istediklerini belirttiklerinde de köşemi açtım.
Kimsenin kimseyi ikna etmesi beklenmesin ama ne dediği bilinsin...
Biz bunları derken YÖK’ten gelen bir haber içimizi kararttı desek yeridir.
Resmî Gazete’de yayınlanan 29 Ocak 2014 tarihli YÖK yönetmeliğinde değişiklikler açıklanmış:
“MADDE 3 - Aynı Yönetmeliğin 6’ncı maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki (ö) ve (p) bentleri eklenmiştir.
“ö- Bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında, yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına resmi konularda bilgi veya demeç vermek,” [Kınamayla tecziye edilir!]
Açıklanmaya muhtaç bir değişiklik... Şu mu denmek isteniyor:
İlmî tartışmalar dışında, ülkenin politikasıyla ve hususiyetle hükûmetin icraatıyla ilgili asla konuşamaz, yazamazsın!
Yolsuzlukların ilmî izahı istenirse; meselâ, ilahiyat fakültelerinin hocaları bu hususta görüş açıklarlarsa... Hukukî durumu ortaya koyan görüşleri hukukçular serdederlerse... Maden fakültelerinde enerji politikalarının ne getirdiği, ne götürdüğü tartışılırsa... ceza mı verilecek?
Birçok öğretim üyesi parti görevlisi; kimi gazetelerde politik yazılar yazıyor, resmî çok şeyi tenkit ediyor. Ne olacak şimdi?!