Ulusalcılık yenildi; Gökalp kazandı
Türkiye’de AKP karşısında rejimi kollama ve koruma adına ne söyleniyorsa, halkın en mahrem ve en kutlu ve hatta en kutsal saydıklarına yönelik eleştiriler üzerinden yürütülüyor. Bunların en başında dinî içerik ve anlamlar geliyor. Hiç şüphesiz kutsalların halk üzerindeki kabulü, sosyal davranışların ortaya çıkmasında önemli rol oynamaktadır.
CHP’nin ve bu anlamda bir kısım ulusalcıların ortaya koydukları toplum projesi, Atatürkçülüğün yol haritası olan birleştirici Kuvayi Milliye damarının içinde bulunduğumuz çağa yeniden uyarlanmasından çok, Marksist, dolayısı ile de materyalist aydın seçkinci elitlerin köklerden gelen içeriği yeniden biçimlendirerek, kendi dünya görüşünü Atatürkçülük gibi ortaya koymalarından kaynaklanıyor. Bu buyurgan, itici, dışlayıcı ve aynı zamanda suçlayıcı Jakoben bakış, ulusalcılık formu içinde sunuluyor. Halbuki asıl ulusalcı/milliyetçi bakış 1911’lerden sonra Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Hal” adlı uzunca makalesi ve sonrasında ünlü Türk Sosyologu Ziya Gökalp’ın formüle ettiği “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak” ana çizgisiyle temellendirilmişti. Bu temeller, Cumhuriyeti kuran aklın dikkate aldığı yerli ve gerçek milli duruştu. Yeni ulusalcı söylem bu damarı kendine layık bulmayarak, materyalist felsefeden beslenen, Marksist radikalcilikle ilişkilendirilmiş, Gökalpçı söylemden farklı olarak kendini hem Atatürkçü olarak ilan eden ve hem de cumhuriyeti koruma ve kollama adına gerçek yetkili gibi sunan, köklere ve temellere yabancı ideolojik kurulumdu. Köklerin dışında ve ona rağmen geliştirilen içeriği uydurma, sol seçkinlerin geliştirdiği o söylem topluma öyle bir ideoloji sunuyor.
Halbuki Gökalp’in içini doldurduğu Milliyetçi söylem, içi milli özden (harstan) doldurulan bir ucu medeniyete/gelişmeye öbür ucu toplumun ta kendisine Türklüğe vurgu yapan İslamlaşma ile de bütün kimlikleri kucaklayan esas söylemdi.
Sol aydın kadronun çeşitli kurumların gücüne dayandırmağa çalıştığı devletçi, seçkinci ve buyurgan ulusalcılık, özellikle halk tarafından çok önemsenen ve biricik olarak görülen dinî alana hiç vurgu yapmayıp, laikliği kamusal alanın özgülüğü adına herkesin ortak sahası olarak algılamak yerine, toplumsal kesimleri ayıran ve seçen bir değerler üzerine oturtmakta ısrar ettiği gibi gerektiğinde zora başvuracak bir izlenim verdiğinden, halka rağmenci, seçkinci bir kurumlar dayatması olarak ortaya çıktı ve halk tarafından da doğru algılandı.
Bunun sonucu olarak karşı bilinç elbette uyanacaktı. Nitekim aynen öyle oldu ve uyandı. Kendini koruma insiyakıyla, MHP kendini iyi anlatamadığından, AKP’ye yöneldi.
Bu sonuç başta ulusalcılar olmak üzere milliyetçileri de şaşırttı. Halbuki milliyetçilerin farklılaşmayı topluma anlatmamalarına rağmen milliyetçi yükseliş meclise yansımıştır.
Bunun sonucunda pek çok kimse kendini ve tutumlarını sorgulamak yerine seçim sonuçlarının yenilgisini halka yüklemeye çalışmıştır. “Halk bilmiyor. Cahil” demiştir.
Halbuki devletçi, seçkinci ve elitlerin sert söylemleri kurucu kökler milli bir refleksle karşılaştıklarında bu izahı tehlike olarak algılıyordu. Anlatılan milli meselelerin inandırıcı tarafı vardı ama, anlatanların söylemi halktan uzak ve halka yabancıydı.
Bütün bunlar bize göstermiştir ki, Türk milliyetçileri Gökalp’ten beslenen ideolojik içeriği, ulusalcıların materyalist söylemlerine kurban etmemelidir.
İçinde bulunduğumuz küresel açılımları doğru yorumlayarak, köklerden beslenen ve gelecekte varlığını sürdürmeyi amaç edinen bir yol haritası çizmenin tam zamanıdır.
Buyurun!