Polenez işçileri kimin yurttaşı?
Kamu yönetiminde işçilerin hakkı hukuku yok mu? Günler, aylardır süren çile bitmedi. Kadınlar göz yaşı içinde soğukta haklarını savunuyor. Başlarında polis.
Niye polis?
Yürümesin, konuşmasın, itiraz etmesin, haklarını kimsenin duyamayacağı, mümkünse görünmez bir alan bulup orada arasınlar diye.
Sendikalaşmasınlar.
Patron ne diyor ve ne istiyorsa ona göre hiç itiraz etmeden çalışsınlar. Patron paralıdır ve her zaman haklıdır. İşçi ise, daima haksızdır ve itaatsizdir.
Öyle ise?
Köleci bir düzen kurulsun ve onlar bu düzene itaat etsinler.
İşte bu anlayışa kapitalizm deniyor.
İngiltere’de sanayileşme başladığında beraberinde düzenli çalışma hayatı da başladı. Önceden tarım toplumu vardı. Büyük toprak sahipleri, emrinde bulunduran topraksız köylüleri ve köleleri tarımda çalıştırır, onlara küçük bir pay verirdi.
Küçük torak sahipleri ise ekip biçtikleri toprağı ailedeki iş bölümüne göre birlikte ekip biçer, gelirini yine aile olarak birlikte harcarlardı. Kişisel kazanç yoktu. Tüm kazanç ailenin ortak kazancıydı.
Sanayileşmeyle fabrika denilen, toplu iş yerleri ve yeni bir üretim tarzı başladı. Kişi kendi çalışıyor, kendi üretiyor ve bizzat kendisi kazanıyordu. Maaşlıydı. Bu durum çekirdek aileye giden yolu açtı. Yeni bir toplumsal yapı ve yeni bir yaşam tarzı ortaya koydu. Köyden kente büyük göçler başladı. Ancak bir sorun vardı. İş veren, insanlara evine gidecek zaman tanımıyordu. Günde 16 saat çalışan eve gittiğinde ağzına bir lokma koyacak hali olmayan, yoksul olduğu için de elde ettiği işi bırakamayan ağır çalışma düzeni başlamıştı. Şimdi Türkiye’de olduğu gibi iş aslanın ağzındaydı ve biri işten çıksa yerine binlerce kişi kuyrukta bekliyordu. Böylece İngiltere’den Avrupa’ya yayılmağa başlayan köleci düzen başladı.
Karl Mars işte bu düzene itiraz etti. Yerine proleterya (işçi) düzeni kurulursa, patron ve özel mülkiyet ortadan kalkarsa, her şeyin güllük gülistanlık olacağını iddia etti. Sonunda Avrupa, özgürlüklerle/ mülkiyetçilikle, köleci düzen arasında sosyal barışı sağlayacak bir yöntem geliştirdi.
Sosyal demokrasi.
İşçilere sendikalaşma ve çalışma düzeni (İLO sözleşmesi), patrona da vergi ve uyacağı hukuk düzeni getirdi. Sendikal haklar, bu sözleşmenin en önemli haklar dizisinin başında geliyordu. Çalışma saatleri, sendikalaşma, İşçi işveren hukuku ile vahşi kapitalizm dizginlenmişti. Sonunda ortaya, demokrasi içinde haklar ve ödevler çıktı.
İngiltere’de 18, yy. dan sonra başlayan süreç, Osmanlı’yı ıskaladı. Çünkü burjuvazi gelişmemiş, sanayileşme yeterli hale gelmemişti. “Amele” yerine işçi kavramının kullanılması 1935’lerden sonra başladı. Zira belirli sayıda fabrika kurulmuş ve bir çalışma düzenine sahip olmuştuk.
Bütün bu açıklamaları neden yapmak zorunda hissetik?
Çünkü içinde bulunduğumuz hâl, insanın içini acıtıyor da ondan. Sadece ekonomide, sanayileşmede, eğitimde ve kalkınmada değil, işçi haklarında da Avrupa’nın gerisinden geliyoruz.
Buna layık mıyız?
Hayır!
Çünkü AB sürecinde Türkiye, pek çok alanda, AB ile ikili anlaşmalar imzaladı ve belirli standartlara da ulaştı. Türkiye’de de İLO (Uluslararası Çalışma Standardı) geçerli. Ancak pratikte köleci düzenin ağırlığı daha fazla görünür halde.
En somut örneğini, aylardır hak arayışında olan Polenezköy işçilerinin sokağa taşan görüntülerinde fiilen yaşayıp görüyoruz. Türkiye’de iktidar, çalışan kesimin sesini hiç duymuyor. Derin bir acımasızlık var. İnsanın içini acıtıyor.
Her hak arayanın karsında polis barikatı var.
Öğretmenler “atanamadık hakkımız yeniyor” diye feryat ediyor. Karşılarında polis.
Somada madenciler günlerce sokaklarda yattı. Yine karşılarında polis.
Sorun polis olmasında değil, engellenmelerinde, itilip kakılmalarında. Haklı oldukları, alın terinin karşılığını istedikleri sırada, kolluk gücüyle karşı karşıya getirilmiş olmalarında.
Soma işçileri Ankara’ya yürümek zorunda kaldı. İktidar partisinin işveren milletvekili zahmet gidip de “Arkadaş neden ağlıyorsunuz, bizden niçin dert yanıyorsunuz? Ne istiyorsunuz” demedi.
Bu nasıl vicdan?
Bu nasıl dindarlık, nasıl Allah korkusu?
Ayını şekilde Polenezköy işçileri. Karda kışta sokaktalar. Kadınlar ağlıyor. İnsanın içi yanıyor. Adamlar karşılarına polisi dikmiş, hiçbir şey olmuyormuş gibi evlerinde oturuyor. İşçiler, sokakta aç sefil yatıp hak arıyor.
Dönem, AKP dönemi. Cumhur İttifakı bloku. Maşallah hepsi dindar, hepsi milliyetçi.
Boşuna demiyoruz; Partili Cumhurbaşkanlığı, Türkiye’ni özünü, insanlığını, ekonomisini, hak hukuk düzenini bozdu diye. İşte her ne oluyorsa hepimizin gözü önünde oluyor.