Üç konu

Haydin Türkiye''nin gündemine kısa başlıklarla ve sırayla bakalım.

1-KARADENİZ''DE doğal gaz bulundu ve Mart 2023''te halka ulaştırılacağı söyleniyor. Ülkemizi yönetenlerin seçime yakın bir zaman diliminde böyle mucitvari işler yapması hepimizi sevindiriyor.

Ancaak!..

Ancak, gözden kaçırılan bir şey var ki tam anlamıyla millî güvenlik ve sahiden Türkiye''nin millî beka sorunu.

Nedir o?

Doğu Akdeniz''de kendi kıta sahanlığımıza girmekten kaçınma. Karaburun''da 6. Parsel''de Yunanlılar hidrokarbon buldu. 6. Parsel''in bir kısmı Türkiye''nin. Türkiye buraya müdahil olamıyor. Tıpkı Karadeniz''de bulduğu gaz gibi, D. Akdeniz''de de anlı şanlı II. Abdülhamit gemisiyle bir büyük buluşa imza atabilir. Çünkü az ilerimizde Yunanlar ve ortaklarının bulduğu doğal gazın aynısını tıpkı Karadeniz''de yaptığımız gibi yapar bulabiliriz. Çünkü Karadeniz''deki gazı rastgele bulmadık. Bulanların izini takip ederek, kendi sınırlarımızda sondaj yaparak bulduk.

Evet, Türkiye''ye gaz müjdesi verildi, ama Mavi Vatan''da kayıplar, görmezden gelmeler ve hüzün var. İktidarın yanlış dış politikası ve ekonomi politikasının elimizi kolumuzu bağladığı, Yunanistan''ı pervasız hale getirmenin ötesinde hiç beklemediği kadar avantajlı duruma getirdiği apaçık ortada.

İktidarın bütün bu olup bitenler karşısında yaptığı tek şey, parmak sallamak. Seçime giderken Türk kamuoyunu mutlu edecek sözler söylemek.

Eğer ciddiysen, gönder araştırma gemisini 6. Paralel''e. Peşine sal donanmayı. Göster Türkiye''nin haklarının nasıl savunulduğunu.

Yapamazlar.

2-İMAMOĞLU''na kumpas kurulduğuna ilişkin haberler ayyuka çıktı. Önce mahkemenin hâkimini değiştirdiler. Şimdi de öğreniyoruz ki, İçişleri Bakanlığı''nın gönderdiği baş müfettiş de değişmiş. Yerine partili biri gönderilmiş ve raporu o yazmış.

Yani?

Her iki olay, İmamoğlu meselesinde iktidarın apaçık operasyon yaptığına götürüyor bizi.

Bu durum, Türkiye''nin uluslararası alanda küçük düşürülmesi kadar, iç siyasette halk iradesinin, siyasal iktidar operasyonlarıyla karşı karşıya olduğunu gösterir. İktidar açısından da yenilgi duygusunun, gittikçe kendilerine yerleştiğine işaret eder.

Bu çabalarıyla ve daha başka siyaset oyunlarıyla seçim kazanmak mümkün değil.

3-28 ŞUBAT, Türk siyasal hayatında bir dönemece işaret ediyor. Türkiye''de muhalif bir hat üzerinden ilerleyerek iktidara gelen muhafazakâr kesimlerin, siyasal sistemi değiştireceği endişesi taşıyanlarla çatışmasının ürünü.

Bu sebeple bir darbe değil, lakin apaçık bir zorlamadır.

15 Temmuz Fetö darbe girişimine bakıldığında çok da haksız oldukları söylenemez. Gerçekten de "İrtica" devlete sızmış. Hatta temel kurumsal yapıları ele geçirmiş ve tek başına yönetecek güce erişmiş. Hatta darbe sonrasında, iktidarla el ele, siyasal sisteme ortak yapılmaya çalışılan kimi tarikat ve vakıfların, gene hem siyasal sistemi, hem kurulu sistemin siyasal değerlerini, içeriğini değiştirmeğe çalıştığını biliyoruz. Bunun en uç örneğini, bizzat "Türkiye Cumhuriyeti" şeklindeki devletin adı olan kısaltılmış "T.C." yazısının, valiliklerden, belediyelerin tabelalarından kaldırıldığını gördük.

Zaman bize gösterdi ki, 28 Şubat''ı, sadece "başörtüsü" üzerinden okumak ve açıklamak eksik olur. İktidar ve ona destek olup birlikte yol arkadaşı olduğunu söyleyenlerin, vardıkları en önemli nokta, Atatürk''e hakaret kadar, "Keşke Yunan kazansaydı" cümlesidir.

Gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, 28 Şubatçıların muhafazakâr kesime yönelik endişelerinin büsbütün yersiz olmadığı görülüyor. Lakin şurası da bir hakikat. Seçilmiş iktidarların, yine seçimle iş başından uzaklaştırılması gerektiği gerçeğini de ortadan kaldırmıyor. Bir başka ifade ile anayasal ve yasal yöntemlerin dışına çıkmayı savunamayız. O takdirde, demokrasiye ve hukuk devletine olan inancımızı kayıp etmiş oluruz.

Şimdi?

Şimdi geldiğimiz noktada 28 Şubat mağdurları var. Yaşları ilerlemiş, pek çok hastalıkla baş etmek zorunda olan bu insanları, Başörtülülere acımasızca haksızlık yaptılar" deyip, intikamcı bir siyaset güderek, kendi yaptıkları haksızlıkları ve zorlamaları unutturmak doğru değil.

Herkes kendi kusurunu doğru, karşı tarafı yanlışla itham ederek, intikamcı bir siyasi anlayışını vicdanlarımızda meşrulaştıramaz.

Yazarın Diğer Yazıları