Türkiye’nin hukuk yüzü: Sinan Ateş cinayeti
Türkiye, eğer hukuku üstün kılarsa kendi evlatlarını yiyen bir ülke olmak zorunda kalmaz. Devleti ve milleti yönetenler, siyasi büro yöneticileri düzeyinden, hukuk devletini yönetme düzeyinde davranışlar göstermeye özen göstermedikçe, hiçbir şey de düzelmez.
Sinan Ateş cinayeti, sıradan bir olay değil. Büyük bir olay. Olayı büyük yapan sebepler, iddianamede tam olarak anlatılmasa da, medyanın önemli bir kısmı görevini, layığı ile yaptı. Mesela Halk TV’de tüm olay en ince ayrıntılarıyla anlatıldı.
İddianame neredeyse satır satır incelendi. Hataları ve eksikleri vurgulandı.
Bununla da kalmıyor. Her geçen gün yeni bulgular ortaya çıkıyor.
Son olarak partiye, ocağa kayıtlı lüks araçlar ortaya çıktı. Kime nereye ait oldukları yazıldı.
Bütün bu bilgiler apaçık ortada olmasına rağmen, pek çok şeyi cevaplandırmayan iddianame, başta hukukçular olmak üzere kimseye ikna edici gelmedi. Her şeyden evvel, bu iddianamede olayın nedeni ve niçini belli değil. Mesela, rahmetli Sanan Ateş’in eşinin ifadelerinde belirttiği kimselere yer verilmemiş.
Olayın en vahim tarafı da şudur:
1-İşin içinde devletin polisi komiseri var. Canımızı, malımızı hayatımızı koruyacak adamlar, bir fikrin, düşüncenin, ideolojinin en tepe yöneticisi durumunda olan, doçent seviyesinde bir akademisyenin cinayetinde rol oynuyor.
2-Eski bir MİT görevlisinin adı geçiyor.
3-Hazırlanan iddianame teknik olarak sorgulanıyor. En başta hukukçular şikâyetçi.
4-Bu cinayet, aynı zamanda, zan altında kalan partinin kendisini temize çıkarması için bir fırsat sunmasına rağmen, tam tersi bir olayla karşılık bulup ilerliyor.
Akıl alacak gibi değil.
Peki, buradan nereye varılacak?
1-Hazırlanan iddianameden hareketle artık herkes Türkiye hukuk-siyaset ilişkisinin fotoğrafını çok net olarak gördü ve anladı.
2-Fikir, düşünce, ideoloji, lider, doktrin gibi yüceltilmiş kavramlar, cinayetle beraber önemsizleşti.
3-Dava adamlığı formunun içi boşaltıldı.
4-Birlik beraberlik bilinci ve psikolojisi kırıldı; inceldi, pek çok yerden koptu.
5-İdeoloji, kendi kendini kurşunladı. Kendi lider kadrosuna pusu kurdu. Kendi hukukunu çiğnedi.
6-Milliyetçi camia artık gerçek zamanlı ve gerçek tanımlı bir vicdan sınavıyla karşı karşıya. Bu durumda yeniden bölünebilir. Olaydan, “vardır bir bildikleri” diyenler ve sonuç çıkaranlarla, “Hep aynı terane. Kimsenin kerameti de yok, bildiği bir şey de yok” diyenler farklılaşarak ayrışabilir.
Sonunda ise olan Türkiye’ye oldu.
1-Artık hiç kimse hukukun üstünlüğünden çok net olarak söz edemez.
2-İktidarın yüzde yüz adalet sağlayacağını iddia edemez.
3-Demokrasiyi inşa edeceğine inanmaz.
4-Yaşanan gelişmeler gösteriyor ki, üstünlerin hukuku daha geçerli.
5-Adalet, sadece anayasanın çiğnendiği sahada öldürülmedi. Her alanda darbelendi. Bu sebeple adalet, Türkiye’nin bir numaralı, en öncelikli sorunu. Çünkü diğer sorunların da çözümü buna bağlı.
6-Siyasete, partilere, insanlara karşı güven sarsıldı. Adalete güven, siyasal kurumlara olan güvensizlikle birleşince derin psikolojik kırılmalar ortaya çıktı. Bunun en bariz sonucunu yerel seçimlerde gördük. Akşener’e olan güvensizlik CHP’ye yöneldi.
Sinan Ateş cinayetiyle de aynısı oluyor. Eskiden hayatını ortaya koyan insanlar, bundan sonra kimin için ve neden ortaya koyacak? Yahut ortaya koyar mı?
7-Dolayısı ile toplumsal kırılmaların ve güvensizliğin, ekonomiye de yansımaları olacaktır.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
1-Sinan Ateş davasını, cinayeti işleyen katil ve çevresindeki birkaç kişi ile sonlandırmak isteyenler, ilk başlarda kısmen sonuç alabilirler.
2-Dava süreçleri uzadıkça uzayabilir.
3-Sonunda Anayasa Mahkemesi’ne, oradan da AHİM’e kadar gidebilir.
Kısaca geçici olarak sevinenler, gelecekte bir iktidar değişimi ile beraber, kalıcı bir hüsranla karşılaşabilir.