Takviye güce neden gerek duyuluyor?
Müjdeli doğalgaz haberi sebebiyle arada kaynayan/kaynatılan bir gelişmeye dikkat çekmek istiyorum: İlgili Cumhurbaşkanı Kararının Resmi Gazete'de yayınlanmasıyla İstanbul'da Emniyet Genel Müdürlüğü'nün doğrudan merkeze bağlı taşra teşkilatı olarak Takviye Hazır Kuvvet Müdürlüğü kuruldu.
Önceki takviyeler
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı birimlerde ve buralarda görev alan polis sayısında artma meydana geldi.
2017'de kanun hükmünde kararname ile Emniyet'e bağlı Özel Harekat Dairesi'nin statüsü başkanlık seviyesine çıkarıldı.
Haziran 2018'de, Bakanlar Kurulu Kararı ile Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 500 personelin görevlendirildiği Ankara Takviye Hazır Kuvvet Müdürlüğü kuruldu.
Aralık 2018'de, İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, İstanbul'da 35 bin 334 polis ve 2 bin 846 mahalle bekçisi olduğunu, metropol güvenliğinin rahatça sağlandığını söyledi.
Mart 2019'da, yerel seçimler yapıldı; İstanbul muhalefete kaptırıldı. 6 Mayıs 2019, seçimlerin yenilenmesi kararı alındı.
12 Mayıs 2019'da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul'da polis sayısının 55 binin, bekçi sayısının ise 5 binin üzerine çıkarılacağını ve İstanbul'un polis açısından yetkinlik noktasına çıkarılacağını duyurdu.
Haziran 2019'da Soylu, özel harekatta 25 bin polis bulunduğunu, bu sayının şu anda yeterli olduğunu belirtti.
Ocak 2020'de Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı'nın statüsü yükseltildi ve İstihbarat Başkanlığı kuruldu.
Mahallelerde görevli bekçi sayısı ise son iki yılda 10 biner kişilik işe alımlarla 30 bine yükseldi. Bu sırada tek yükselen bekçilerin sayısı değildi, yetkileri de hayli arttırıldı.
İstanbul ve Ankara ağırlıkta olmak üzere ülke genelinde yapılan bu değişiklikler yeterli gelmemiş olacak ki, 20 Ağustos 2020 tarihli Cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul'da "doğrudan merkeze bağlı" Takviye Hazır Kuvvet Müdürlüğü kuruldu.
Nasıl yorumlamalıyız?
İdarenin tüm işlemlerinin gerekçeli olmasını gerektiren anayasal zorunluluğa rağmen, herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin çıkarılan iki satırlık bu karara dair açıklama daha sonra Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapıldı:
"İl Emniyet Müdürlüklerimizin çalışma koşullarının bozulmaması, personelimizin görevi dışında ek görev yüküyle performansının olumsuz etkilenmemesi, aldığı Çevik Kuvvet eğitimlerinin yanısıra diğer eğitimlerle profesyonelleşmiş personelin süratle sevk edilmesi amacıyla…" oluşturulan bu kuvvetin, "ülke genelinde toplumsal eylem/etkinliklerde (açık hava toplantısı, basın açıklaması, miting vb.), yüksek riskli spor müsabakalarında, deprem başta olmak üzere doğal afetlerde" görev alması planlanıyor.
Bakan Soylu' nun açıklamaları da benzer nitelik taşımakla birlikte, özetle, İstanbul ve Ankara'daki bu kuvvetler yakın illerdeki olaylara yardıma gidecekler.
Ancak açıklamalarda en dikkat çeken ifadelerden biri "tasarruf meselesi". Bu kuvvetler sayesinde, büyük bir miting veya deprem gibi doğal afetler gerçekleştiğinde yakın illerden takviye polis gücü göndermenin yarattığı zaman kaybı ve maliyetin ortadan kalkmış olacağı, dolayısıyla tasarruf sağlanacağı iddiası oldukça ilginç.
Zira, Soylu'nun verdiği örneğe göre, Elazığ depreminde çevre illerden yardım ciddi zaman ve para kaybına neden olurken, Ankara'dan gelen yardım tasarruf sağlayacak(!).
Ya da Diyarbakır'da yapılacak miting için Ankara'dan takviye gönderilmesi çevre illerden gönderilmesine göre daha ekonomik olacak!
Ankara ve İstanbul'a özel maliyetsiz ve süper hızlı bir ulaşım türü var da biz mi bilmiyoruz?
Tasarruf açıklaması yeterince ikna edici olmamakla birlikte, Ankara ve İstanbul'daki takviye kuvvetler bünyesinde görevli sayısının, yukarıda detaylandırdığım gidişata baktığımızda ilerleyen süreçte daha da artması kuvvetle muhtemel.
Düzenlemenin kamuoyunca tartışılmaya imkan vermeyen en hızlı yol tercih edilerek Cumhurbaşkanı kararı ile yapılması, polis teşkilatından ayrı bir hiyerarşiyle merkeze bağlanması, hukuk dışına çıkma ihtimali oldukça yüksek risk taşıyan bir yapılanmayı doğurması hukuki açıdan oldukça sıkıntılı.
Türkiye'nin bu kadar güvenlik gücü varken, sayıyı her geçen gün arttırmakla da yetinmeyerek merkeze bağlı yapılanmalar oluşturulması, kimin tehlike olarak görüldüğü konusunda şüphe uyandırıyor. Tehlike olarak görülenler kim? Teröristler mi, yoksa hak ve hukuk arayışındakiler mi?