Siyasi baskının yoğunlaşması
Ana muhalefetin eski lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yargılanmaya başlamasından bir gün önce, Adalet Bakanı Tunç’un dava hakkında yaptığı açıklamada, diğer siyasetçiler için “ibret” olmasını temenni ettiği sözleriyle başlamak istiyorum, bu yargılama ve soruşturmalarla dolu haftanın kritiğini yapmaya.
Söz konusu Adalet Bakanı’nın başkanı olduğu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun daha bu hafta yüzlerce hâkim ve savcıyı tayin ettiğini de hatırlatırım.
Bu husus önemli, çünkü bu hafta yaşanan yargılamaları ve soruşturmaları analiz ederken, bu bilgiyi aklımızın bir köşesinde tutmak gerekiyor.
Siyaset, medya ve toplum üzerinde baskı
Gerçekten de gündem içinde soruşturma, kovuşturma ve iddianın bolca geçtiği bir hafta geçirdik. Altın kaçakçılığı yaptığı iddia edilen MHP’li üç milletvekilinin istifasıyla, sadece istifa yeter mi, soruşturma yapılmayacak mı sorularıyla da bu hafta adaletin sorgulanması pekişti diyebiliriz.
Hani Türkiye’de normalleşmesine şaşırdığımız olaylar için sık sık deniyor ya “başka ülkede olsa yer yerinden oynardı” diye. Bu olayın gerçekten de tam olarak öyle bir ehemmiyette olması, tartışılması, açıklanması ve gerekenin yapılmasını zorunlu kılıyor.
Ancak bu konuyu aydınlatırken konu hakkında aldıkları bir duyumu haber yaptıkları için Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz haklarında soruşturma başlatılıyor…
Doğru ve net bir bilgi verilmediği, aydınlatıcı açıklamalar yapılmadığı sürece, iddialar artar. Bir de iddiaları ileri sürenlerin toplumdaki güvenilirliği, devlet kurumlarına olan güvenin önüne geçmişse, yöneticilerin öncelikle şapkayı önlerine alıp düşünmeleri gerekiyorken, kişilerle mücadele ediliyor.
Şahsileştirilen meselelerle uğraşılırken, devlet kurumlarının güvenilirliği için mücadele göz ardı ediliyor. Üstelik bu meselede en önemli araç olan şeffaflık da sağlanmıyor.
Bu durum da başka sorunları doğruyor ve basın muğlak bırakılan hususlarda akıl yürütünce veya aldığı duyumları paylaşınca, dezenformasyon yapmakla kolaylıkla suçlanıyor.
Öte yandan, canlarımızı kurtarmasıyla tanıdığımız Nasuh Mahruki de YSK’ya yaptığı eleştiriler ve verdiği öğütler nedeniyle tutuklanıyor. Hem de ülkesine olan sevgisini, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamış, kaçma şüphesi olmadığı oldukça açık olmasına rağmen.
Parti devleti
Gelelim tekrar Adalet Bakanı’nın başlangıçta bahsettiğimiz sözlerine:
“Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik hakaret içeren kelimelerle siyaset yapa yapa bugünlere geldi… Bugün siyaset yapanlar, özellikle geçmişteki bu kötü örnekleri kendilerine örnek alırlarsa ve aynı şekilde devam ederlerse, onların sonu da bu eski genel başkan gibi olur. Dolayısıyla siyasetçilerimiz için bir ibret vesikasıdır.”
Adalet Bakanı Tunç, beş dönem AKP milletvekilliği yapmış bir siyasetçi. Ama aynı zamanda mevcut sistemde Cumhurbaşkanı tarafından atanan ve sorumluluğu Cumhurbaşkanına karşı olan Adalet Bakanı. Bu sıfatı nedeniyle de hâkimlerin ve savcıların özlük işlerini yürüten, Yargıtay ve Danıştay’a üye seçen HSK’nın doğrudan başkanı.
Atamasını yapan ve yukarıdaki ifadelerle savunduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan, aynı zamanda AKP Genel Başkanı.
Görülüyor ki, ikisi de partili kimliklerini, diğer kimliklerinden önde tutuyorlar. Tıpkı yine bu hafta içinde “Ben AKP üyesiyim ve bundan büyük onur duyuyorum” diyen İçişleri Bakanı Yerlikaya gibi.
Parlamenter sistemdeyken de bakanların belirleniş usulünün doğası gereği, onların partilerini bilirdik ancak devlet adamı olmak, tarafsız görünmek için bir çaba vardı. Bu açıdan, Türkiye’nin siyasi etiğinde ciddi bir değişim var.
İşte, söz konusu soruşturma ve kovuşturmaların siyasi olduğu iddiası ve yargının itibar kaybına uğraması da yeni hükûmet sistemi ve yeni siyasi etikle organik olarak bağlantılı. Her şey, yanlış iliklenen ilk düğmede başlıyor…