Takrîr-i Sükûn- Olağanüstü Hâl

24 Temmuz, "Gazeteciler ve Basın Bayramı" günü. Neden 24 Temmuz? 24 Temmuz 1908'de, II. Meşrutiyet ilân edildi. Hemen ardından basına serbestlik geldi. Herkes istediğini yazacaktı; sansür uygulanmayacaktı. 25 Temmuz'a kadar İstanbul'da yalnız 4 gazete çıkarken, bu sayı birden arttı.

1876 Kanun-i Esasî'sinde 12.'de ""matbuat kanun dairesinde serbesttir." deniyordu. Çok geçmeden I. Meşrutiyet Meclisi ortadan kalkınca Kanun-i Esasî de ortadan kalmış ve bu madde hükümsüz olmuştu. Ancak, Abdülhamid'in uygulamalarını o kadar hukuksuz göremeyiz. Koyu bir sansür vardı ama, Abdülhamid, Osmanlı'nın imajı düzeltmek için, Matbuat-ı Ecnebiye Müdüriyetini de kurmuştu. (Ayrıntılar için: Zekeriya Kurşun, "I. Abdülhamid Döneminde Batı Basınında İmaj Düzeltme Çabaları: Matbuat-ı Ecnebiye Müdüriyetinin Kurulması ve Faaliyetleri", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 1, 2000).

II. Meşrutiyet'te bu 12. maddenin ardına "Hiçbir veçhile kablettab teftiş ve muayeneye tâbi tutulmaz." (Hiçbir surette basın baskı öncesi kontrole tâbi tutulamaz.) hükmü eklenmişti.

Basın yayın organları ateş gibidir... Ya ısınırsın, ya yanarsın.

Herkes "basın bayramı" diyor ama, bu "bayram" uzun sürmeyecek, 1909'dan itibaren tekrar kısıtlamalar başlayacaktır. (Bizim "Enver Paşa ve Dönemi" kitabımızda, II. Meşrutiyet üzerine, kaynaklara dayalı ayrıntılı bilgi vardır.)

1909 tarihli Matbuat Kanunu'na göre, gazete çıkarmak için ruhsat almaya gerek görülmüyordu ama devletin güvenliğini bozacak, ayaklanmaya kışkırtacak yolda yayında bulunan gazeteler, açılacak dava sonuçlanıncaya kadar hükûmet tarafından kapatılabiliyordu. Hatta Heyet-i vükelâ (Bakanlar Kurulu), yabancı ülkelerde ve yarı bağımsız Osmanlı eyaletlerinde de çıkan gazetelerin ülke içinde yayın ve dağıtımını yasaklayabiliyordu. 1912'de, gazete imtiyazı almak için depozito şartı getirildi. Ayrıca devlet memurlarının ve askerlerin siyasî yazılar yazması yasaklandı. 1913'te, devletin iç ve dış güvenliğini ihlâl edebilecek surette yayın yapan gazeteler Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılma kararı alındı. 1914'te, askerî sansür memurlarının izni olmadan ordu hareketleriyle ilgili haber yazılmama şartı kondu.

Neden yazıyorum bunları?

Takrîr-i Sükûn Kanunu'na (Huzurun Sağlanması Kanunu'na) gelince anlayacaksınız asıl meseleyi... Takrîr-i Sükûn Kanunu, 1925'te Şeyh Sait'in isyanına müteakiben çıkarılmış, seçimli demokrasiye geçişin ilk adımı olarak kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Partisi) kapatılmıştı. Bu kanunun ilk maddesini buraya alırsam, işin nereye vardığını daha iyi anlarsınız.

"İrticaa ve isyana ve memleketin nizam-ı ictimaîsini (içtimaî düzen) ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlâle bâis (bozmaya yönelik) bilumûm teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsât ve neşriyatı (örgütlenmeleri, kışkırtmaları, teşvik etmeleri, teşebbüsleri ve yayınları), Hükûmet, Reisicumhurun tasdikiyle ve re'sen ve idareten men'e mezundur (kendi başına yasaklamaya yetkilidir). İş bu ef'al erbabını (bu eylemleri işleyenleri) Hükûmet, İstiklâl Mahkemesi'ne tevdî edebilir."

İstiklâl Mahkemeleri kuruldu, çok insan tutuklandı. Çok insan asıldı.

Zamanımızda Cumhuriyet döneminin en kanlı darbesine teşebbüs edildi. Olağanüstü Hâl'in ilânıyla, Takrîr-i Sükûn arasında benzerlik kurulabilir mi? Zaman gösterecek.

Yazarın Diğer Yazıları