Şu 'gomonistler' kadar olamadık (mı?) (2)

Komünistler, gerçekten dilimizi "yabancı kelimeler"den arındırarak Türkçeye hizmet ettiler mi?

Dün vermiştim: Soner Yalçın, "Şu 'gomonistler' kadar olamadınız be!" başlığı altında şöyle demişti: "Bir yanda, solcuların dil hassasiyeti... Diğer yanda, dilimizi Araplaştırmaya çalışan Selefi Vehhabi hayranlarıyla, kendilerini ülkücü sananların işbirliği..." (Sözcü, 17 Şubat 2017).

Demek istiyor ki; Ülkücüler ve İslâmcılar, Arapça Farsçadan gelmiş kelimeleri kullanmada yarış hâlindeler. Ama "gomonistler" Türkçeye sahip çıktılar, Arapça ve Farsçaları temizlediler. (İslâmcıların "dil hassasiyeti"ne sonra döneceğim.)

En Türkçü Nihal Atsız bilinir, değil mi? Atsız da dilin arılaştırılması taraftarıdır. Ama "uydurukça"ya itibar etmez. (Ayrıntılar için: Nergishan Tekin, Nihal Atsız, Kariyer Yayınları.) Atsız, dilimiz mesele olunca, can düşmanı" Nâzım Hikmet Ran'la aynı görüştedir.

N. Hikmet, şu sözleriyle Soner Yalçın'ı ters köşeye yatırıyor:

"....... Seninle evvelâ şu dil meselesini konuşalım. Halkın diline girmiş en koyu Acemce ve Arapça kelimeleri halkın dilindeki şekliyle kullanacağız: Meselâ, meselâ ve mamafi, mümkünü yok filân gibi. Bunları atmak mânâsız. Hattâ bun­ları atmağa kimsenin hakkı yok. Hattâ bunları aydınlarımız atsa bile halkın dilinde yaşayacağına göre atılmış sayılmaz­lar. Yine halkın dilinde olan, yazı dilinde olmayan Türkçe kelimeleri de alacağız. Dilin zenginleşmesi bu yönden olacak. Yâni hem taraf, hem yön sözlerini kullanacağız. Çünkü halk ikisini de kullanır. Gerekirseyi de kullanacağız, icabederseyi de. Çünkü halk ikisini de kullanır. Fakat büyük bir ehemmi­yeti haizdir, demeyeceğiz. Büyük bir ehemmiyeti vardır, di­yeceğiz. Gerekirse uydurma olmakla beraber -çünkü ben pekâlâ uydurma, iyi uydurma sözlerin yaşayacağına kaniim[-] büyük bir önemi vardır da diyeceğiz. Şiirin ayrı dili, nesrin ayrı dili vardır diye bir şey kabul etmiyorum. Bundan dolayı şiirde yapılan denemeleri, hikâye dilinde, roman dilinde de yapabiliriz. Bütün iş dilin tazeliğindedir. Taze gıcır gıcır bir dil kullanacağız. Bunun için de bir yandan taze, canlı sözler, bir yandan da taze cümle kuruşları bulacağız. Kısaca söylemek lâzım gelirse, sözlerle, cümle kuruluşlarıyla münasebetimiz pasif değil, aktif bir münasebet olacak. Yalnız konuştuğumuz dili yazmayacağız. Konuşmamızı esas olarak alacağız fakat bu temelin üstünde biz yeniden bir dil yaratacağız. Nasıl, sa­nat eseri, tabiatın, cemiyetteki hâdiselerin, insanın sadece bir kopyası değilse, dilde de öyle. Sadece bir kopya olmayacak. Ağzımıza geleni yazmayacağız. Yazılması gerekeni yazaca­ğız. Gerektiği gibi, yâni anlattığımız hâdiseye en uygun şekil­de yazacağız. İşte, kısacası söylemek istediklerim. Elbette ki bu bahis dallı budaklıdır. Çok su götürür. Fakat dediğim gi­bi, bence esas mesele, üslubumuzdaki yaratıcılığımızdır..." (Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû), Bu Dünyadan Nâzım Geçti, 1965, s. 467-468).

N. Hikmet'in bu fikirlerine, Türkçemizi bozmak isteyenler dışında, kim karşı çıkabilir! N. Hikmet'e âdeta tapanlar ikiyüzlü! Ondan cümleler aktarırken dilini bile değiştiriyorlar. (Daha yazacağız.)

Yazarın Diğer Yazıları