Sözleşme
Muhafazakâr kesimi ve aynı zamanda milliyetçi kesimi "Batı karşıtlığı" üzerinden kolayca bloke edebilirsiniz. "Millî kültürümüze, geleneklerimizi uymayan" diye başladınız mı akan sular durur. Bu konuda her iki kesim de hassastır.
Haksızlar mı?
Elbette değil.
Haklılar.
Ancak bazen toplum mühendisleri için bu hassasiyet kötüye kullanılabiliyor.
Tartıştığımız "İstanbul Sözleşmesi" de böyle.
Amacı kadınları korumak.
Lakin gelin görün ki mesele öyle değilmiş.
Neymiş peki?
AB tarafından milletimize dayatılan, kültürümüzü, geleneklerimizi yok etme amaçlı sinsi bir planmış..
Özellikle muhafazakâr kesimin iddiası bu?
Batılı hainler, kültürümüzün hangi tarafını çökerteceklermiş?
Aile bütünlüğünü..
Kardeşim sözleşmenin amacı aileyi korumak, yıkmak değil ki. Nasıl bozacakmış bütünlüğü?
"Eşcinselleri koruyor" muş.
Elhak doğru.
Mesela lezbiyen kadınları da "cinsel farklılıkları dolayısı ile öldüremezsin" diyor.
Merak ediyorum, bizim geleneklerimiz veya kültürümüz bu tür kadınların öldürülmesini mi istiyor?
Dinimiz imanımız bunu şart mı görüyor?
Affedersiniz ama Lût kavminin yok edilmesini bile Allah kullarına havale etmiyor. Hz. Lût'a sen yap demiyor. "Şehri terk et, ben yapacağım" diyor.
Öyle ise ey insanlar, siz kim oluyorsunuz da, Allah'ın kullarına vermediği yetkiyi, gelenekleriniz, kültürünüz adına kendinize hak görüyorsunuz? Haşa, Allah'ın beceremediğini mi düşünüyorsunuz?
Topluma düşen şey, adaletli davranmak ve yalnızca Allah'a ait olan, yaratma ve öldürme yetkisini kendisine bırakmaktır. Allah adına hiçbir insan, kendisi gibi diğer insana tahakküm edemez. İnsanlar kendi aralarında anlaşarak, toplumsal düzen kurarlar ve adil olarak kendi kendilerini yönetirler. Gerisi boştur.
Kaldı ki ne dinimiz ve ne de kültürümüz (Türk kültürünü kast ediyorum), cinsiyetçi değildir. Bu durum Türk toplumlarının toplumsal cinsiyet algısının ne kadar çağdaş olduğunun da göstergesidir.
Toplumsal cinsiyet kavramını da yanlış yorumluyorlar. Hâlbuki kavram, sosyolojinin ve antropolojinin sahası içindedir. Toplumsal cinsiyet demek, herhangi bir toplumun (dolayısı ile kültürün) cinsiyete yüklediği anlamı ifade eder. Yani bir toplum, kadın ve erkek denilince ne anlıyor? Ona hangi yükümlülükleri veriyor? Rollerini nasıl tanımlıyor? Bu sebepledir ki kadın, Türk toplumu ve kültürü açısından kıymetli bir cinsiyet, değerli bir insan, erinin yanı başında gerektiğinde onunla birlikte savaşa koşan, anadır, bacıdır.
"El kiri" değildir.
"Eksik etek" hiç değildir.
Bunu Arap kültüründe arayacaksınız. Araplar, çok eşlidir. Kadınlarla yemek yemezler. Kadınların çoğu cariyedir. Gerektiğinde alınır, satılır. Boşaması kolaydır. Kadın cinsiyet bakımından erkekten sonra gelir. Asla eşit olamaz.
Bizde kadın baş tacıdır. "Ana gibi yar olmaz." Vatan, "ana kucağı" gibidir, sarıp sarmalar. Kadın erkeğin namusudur, şerefidir, bu sebeple o kadar değerlidir ki, kirletilemez. Başkasının kadınına kızına ters gözle bakılamaz.
Bizim kültürümüzün ana felsefesi budur.
İstanbul Sözleşmesi, kadını ayrımcı, ötekileştirici kültürlere karşı koruyan, evrensel bir sözleşmedir. Özellikle Arap kültür yorumcularının anlayışına karşı gelir. Bizdeki İslamcı skolastik bakış istiyor ki kadın, Arap İslam yorumcularının tanımladığı gibi algılansın.
Peçeden burnunu göstermesin.
Kültürün din haline gelmesidir bu. Geleneğin, tarihsel süreç boyunca tekrarlana tekrarlana alışkanlıklara, oradan da kalıp davranışlara dönüşerek, bir müddet sonra gerçekmiş gibi algılanır hale gelmesidir. Ne yazık ki bütün dinlerin böyle bir gerçekliği vardır. Bazen kültür dinleşir, bazen de din kültürleşir.