Sorulara neden cevap verilmiyor?
Demokrasiye inanıyorsan, muhalefetin varlığının ülkenin varlığına eş değer olduğunu düşünüyorsan, muhalefetin en ağır ithamlarına verilecek cevabın olmalıdır.
Kabul edilebilir idaren, muhalefete icraatında ve karşındakinin sorularına verilecek cevabında saklıdır. Cevabınla muhalefeti susturabiliyorsan, halkı daima yanında bulursun.
Salgın günlerinde, tedbire başta sen riayet etmen gerektiği hâlde, yığınları kapalı alanlara, sırt sırta, ağız ağıza dolduruyor, gövde gösterisi yapma ihtiyacı duyuyorsan, bir korkun var demektir.
Muhalefetin, dolayısıyla halkın sorularına cevap vereceğine, saldırıya geçiyor ve hatta mahkemeleri yönlendiriyorsan, şıltak koyurarak bir şeylerin üstünü örtmek istiyorsundur.
Unutma ki; muhalefetin varlığı, senin meşruiyetinin esasıdır.
Bütün samimiyetimle söylüyorum, Saray'ın hususiyetle CHP'nin üzerine yürümesini ve hatta elinden gelse yok etmek istemesini anlayabilmiş değilim.
CHP'yi, her saldırıda, Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar giderek vurması bir ayrı garabettir.
Derin mesele... Buraya kadar gitmeyelim. Geriye döndüğümüzde CHP'nin eskiyle bağı var mı yok mu? sorusu tartışmaya açıktır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kürsüye çıktığında, hemen her seferinde mutlaka iki soruyu sorar:
"Rüşvet"le bağlantısı olduğu iddia edilen iki büyükelçi ve İngiliz "tefeciler"e ödenen faiz.
İktidar kanadı, ikisine de hiçbir surette cevap vermiyor.
Sık sorulan sorulara cevap verilmemesi, lafın başka yere çekilmesi, ilgisiz meselelere girilip hücuma geçilmesi, halkın kafasında istifhamlara yol açmaz mı?
Tartışılmayan bir husus daha var. Operasyona katılan iki yüzbaşımızı ve bir astsubay kıdemli başçavuşumuzu şehit verdik. Gelen haberler helikopterle iniş yapılırken şehit düşmüşler. Acaba çevre yeteri kadar kontrol edilmeden mi inişe geçildi? Muhakkak Genelkurmay, bunun hesabını yapmıştır! ("Genelkurmay" dediysem eski alışkanlık. Yeni rejimde Millî Savunma Bakanlığı komuta merkezi... Hâliyle Saray.)
K. Kılıçdaroğlu, tivit atıyor, "Defalarca sordum; 83 milyon vatandaşım adına bir kez daha soruyorum. Neden cevap vermekten kaçıyorsun? Çık cevap ver Recep Tayyip Erdoğan" diyor ve soruları sıralıyor:
* Bölücü terör örgütünün tam 5,5 yıl elinde tuttuğu vatan evlatlarını kurtarmak için 2015 tarihinden bu yana Başbakan olarak ya da Cumhurbaşkanı olarak ne yaptınız?
* Terör örgütünün başı Abdullah Öcalan'dan seçimlerde size yardımcı olması için mektup dilenirken, neden vatan evlatlarının serbest bırakılması için çağrı yapmasını istemediniz? İstanbul seçimleri sizin için 13 vatan evladından daha mı kıymetliydi?
Son üç soru tartışmaya açık. "Yıllarca 'dostum Trump' diye böbürlenip durdunuz. Neden dostluğunuzu, vatan evlatlarımızı terör örgütünün elinden kurtarmak için kullanmadınız?" diyor. "Böbürlenme" karşındakini rahatsız eder.
Dördüncü soruda insan haklarıyla ilgili vakıflardan neden medet umulmadığı soruluyor. Bu vakıfların HDP gibi PKK'nın uzantısı olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Yine isimleri geçse dahi soru farklı sorulabilirdi.
Beşinci soruda Gara'da başarısızlığı üstlenmeniz gerekir, diyor ki, cevap vermesi istenen zat 13 vatandaşımız kurtarılamadığı için başarısızlığı itiraf ediyor ve dolayısıyla mesuliyeti üzerine alıyor.
Sorular gerekli ama, sorunun nasıl sorulduğu da önemli. Bir bakıma bu sorular, cevap beklemek için değil; tenkit etmek için sorulmuş oluyor.