Siyasal yabancılaşma sürecinde Türkiye

Öve öve bitiremedikleri yeni siyasal sistem sorun çözmüyor, tam tersine hem kendisi sorun haline gelmiş durumda ve hem de soru üretiyor.

Öncelikle halkın hâkim gücünü gösteren parlamentoyu etkisizleştirdi. Sonra hükümet etmenin en temel kaynaklarından olan bakanlıkları "müsteşarlıklara" dönüştürdü ve cumhurbaşkanlığına bağlı eğitim komisyonlarının kontrolüne bıraktı.

Gidin taşraya, milletvekillerinin nasıl çaresizlik içinde seçmenlerine dert anlatamadıklarını görün.

Neden böyle?

Çünkü meclis geleneksel o bildiğimiz meclis değil. Saraydan gelecek "uygun gördüğümüz kanun tasarısı budur" dedikleri metinleri bir torbada toplayıp, genel kurulda, kaldır-indir hesabıyla çoğunluğun gücünü her seferinde gösterme yeri haline geldi.

Bakanlıklar ise özerk karar alma merkezleri olmaktan çıkarıldı. Bu haliyle yetkin bir kuruluş olmanın ötesinde, yukarıdan gelecek emirlere ya da komisyon kararlarına uyan, uygulayıcı olarak bunları düzenleyip kurallara çeviren kurumlara dönüştü.

Böylece demokrasisi zaten sorunlu olan Türkiye, ilerleme kayıt edeceğine geriledi.

Bu durum beraberinde iktidar-halk uzaklaşmasını, sonuç olarak da halka yabancılaşmayı doğurdu. Hâlbuki demokrasinin ve parlamenter sistemin en önemli bağı, iktidar halk (seçmen) bütünleşmesiydi. Şimdi gelinen noktada dürbüne tersinden baktığınızda nesnelerin yakınlaşacağı yerde uzaklaşması gibi, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile halk arasındaki bağ koptu. Artık halka bakması gereken seviyeden değil, yukarıdan bakılıyor.

Aslında sistemin doğası bu.

Bütün merkezi sistemler, kendi iktidar alanını yaratır ve gittikçe topluma yabancılaşarak vücut bulur. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

İster Selçuklu olsun isterse Osmanlı sarayı, varlık sebebi olan Türkmenlere gittikçe yabancılaşmadı mı? Kurucu toplumun temelinde bulunun Kınık Boyu ve obaları Selçuklunun varlık sebebiydi.

Peki, süreç içinde ne oldu?

Saray kendi doğasına uygun kendi düzeninin gereğini yaparak, bağrından çıktığı Kınık Boyuna yabancılaştı.

Tuğrul ve Çağrı Beyler olarak başladı, Alaaddin Keykubat, Alaaddin Keyhüsrev diyerek yani Farisileşerek bitirdi.

Yanlış anlaşılmasın. Meseleye soya yabancılaşma açısından bakmıyorum. İktidar açısından bakıyorum. İktidarın kendi toplumundan uzaklaşmasını anlatmak istiyorum. Benzer durumu Osmanlı'da da görüyoruz. Ertuğrul Bey'in, Osman Beyin obadan devlete uzanan siyasi iktidar kurma çabalarıyla, onların zihin haritaları ve ideolojileriyle, Padişah Vahidettin arasında uçurum var. Diyeceksiniz ki zaman ilerledi. Çağ değişti. Doğru ama temel kurgu bozulmadı mı? Öze yabancı olunmadı mı?

Kısacası Kayı'nın özü ve biçimi ile Kayı'nın Sarayla başlayan iktidar süreci sonunda varılan noktada öz ve biçim tam tersine dönüşmedi mi?

İşte bu kopuş sarayın halka ve öze yabancılaşmasının açık ve net örnekleridir.

Şimdi de saray, kendi doğasına uygun bir dönüşüm sürecinde ve varlık sebebi olan halka yabancılaşarak yoluna devam ediyor.

İktidar da kim olursa olsun siyasal iktidarlar, kendi doğasına uygun davranırlar. Demokrasiden, parlamentonun gücünden ve denetiminden etkilenen iktidarlar ile parlamentoya hükmeden iktidarlar arasında ister istemez fark vardır.

Türkiye siyasal yabancılaşma sürecinde, halk denetiminden uzak, gittikçe saray atmosferinden etkilenerek karar alma sürecine girmiş durumda. İçinde yaşadığımız birçok olumsuzluğun gerisinde işte bu bakış tarzı vardır

Yazarın Diğer Yazıları