Realiteyi tanıyalım
“Kürt realitesini tanıdıktan” sonra bu realitenin neyi içerdiğini bilmeye hakkımız yok mu? Hükümetimizin alenen ve resmen tanıdığı Kürt realitesinin “reali” nedir? Söz konusu olan bu “real (gerçek) olanı” toplumsal mesele olarak nasıl anlamlandıracak ve eğer bir çözümsüzlük ise nasıl çözeceğiz?
Düşünün bir kere!
Raeli bilmiyorsunuz.
Nasıl bilmediğiniz şey ve nesneler hakkından hüküm vereceksiniz?
Halaçoğlu haklı.
Onun tek kusuru, belirli bir strateji çizerek önce kısa bir makale, sonra bilimsel bir toplantıda yine bilim adamlarına elindeki verileri açıklamaması olabilir ki, Sayın Halaçoğlu esasında böyle bir tartışmayı hesaplamadığı için bilim adamı saflığı içinde kendisini dinleyenlere görüşünü açıklamış.
Sonrasını biliyorsunuz.
Dikkat ettiniz mi bilmem. Türkiye’de her şeye ve özellikle de gerçeklere tahammülsüz, ondan kaçan ve aynı zamanda korkan, üstelik kendisine de aydın diyen garip bir topluluk var.
İstemezük!
Neden istemiyorsun ey devşirme!
Senin dönme olduğunu herkes biliyor. Bırak yeni nesil de anlasın!
Halaçoğlu Hoca’nın yapacağı çok önemli bir kaç husus daha var. Öncelikle kitabını en kısa zamanda bitirip baskıya vermek. Sonra da, basın ve siyaset cenahında soyu kırık kaç kişi varsa hepsinin dosyasını âlem-i cihanın önüne koymak.
Öğrenme özgürlüğümüz bunu gerektiriyor.
Hakikati bilelim.
Üstelik ülkede resmi bilgileri dilekçeyle öğrenme hakkımızı yeni elde etmişken kimin ne olduğunu anlayalım.
Lakin bir kısım zevat feveran ediyor.
Olmaz.
Yapamazsınız.
Atın bu adamı dışarı.
Vurun konuşturmayın.
Niye kardeşim, niye konuşturmayıp vurmamız gerekiyor?
Siz değil misiniz Kürtçe okullarda ikinci dil olsun diyen. Siz değil misiniz, demokratik toplum bütünleşmesi ancak etnik kimlikleri tanımaktan geçer diyen?
Öyle ise bırakınız kim kimdir ve gerçekte ne kadar Kürt vardır bilelim.
Ey devşirme ve dönme takımı, korkunun ecele faydası yoktur; bu bir.
İki: Kürtleşen Türkler gerçeği tam anlamıyla ortaya konulduğunda, hakikat güneşi aşiretleri aydınlattığında PKK terörü hem anlamsızlaşacak ve hem de sapmalar düzene girecektir.
Ne yazık ki Selçuklu’nun saray dilini Farsça yapmasının acı bedellerini bugün dahi tarih bize ödetmektedir. Sarayda Alp Arslan gibi yerli ve Türk isimlerin zamanla Key Kubat’a dönmesiyle köklerden sapıldığı açıkça ortaya çıkmış, bunun yansıması olarak da bölgede devlet ilişkilerini yürütmek isteyen kendi milletini yarı Türkçe yarı Farsça konuşan kırma dil ile konuşur yaparak Kürtleştirmiştir.
Asırlar sonra gelen Safevi çatışması da tuzu biberi olmuştur.
Milli dil politikası olmayan devletlerin, milli birlik politikaları da olmaz ya da o toplumun her zaman aklı karışıktır.
Halaçoğlu meselesi bunun en tipik örneğidir.
Hoca “Osmanlı tapu tahrir defterlerinden on yıllık çalışmam” diyor, berikiler: “vurun, susturun, konuşturmayın” diyerek bilime, bilgiye ve belgeye savaş açıyor.
Böyle bir durumda hangi cümleyi yazarsak, cehaleti ve gericiliği en iyi bir biçimde anlatmış oluruz?
Bilen varsa söylesin. Sözün bittiği yer, cehaletin göreve başladığı zamandır.
İşte o zaman bu zamandır.
“Kürt realitesini tanıyoruz” ama realitenin ne olduğunu, hangi boyutta seyrettiğini, miktarını, değerini, özelliklerini bilmek istemiyoruz.
Ey gerçek! Benim ülkemde bir kaç kendini bilmez seni kovuyor diye alınma. “Realiteye” açık olanlar da var.
Sahi başka ne demişti Halaçoğlu Hoca?
“100 bin de Ermeni dönmesi var. Listesi elimde”
Hey siz!
Siz “istemezükçüler”. İlme, bilgiye ve belgeye itirazı olanlar ve ey soruyu kırık oyup da Türk’e Türk yurdunda bunalım yaratanlar..
Ne dersiniz?
Bu realiteyi de tanıyalım mı?
İyi ki varsın Halaçoğlu.