Nasıl böyle olduk?

Türkiye'de bilim adamları yazma cesareti gösteremiyor. Lakin tarihsel sürece bakıldığında asıl sorunun oradan kaynaklandığını aklı başında herkes anlayacaktır.

Neden söz ediyorum?

Türk dünyasını birbiri ile anlaşıp konuşamaz eden, milli kültür kırılmalarına sebep olan ve toplumsal zihin bölünmesinin hatlarını döşeyen asıl nedenden söz ediyorum.

Eğitim!

Nasıl?

Bizde neden sözlü kültür baskın bir öğrenmedir de yazılı kültür değildir? Çünkü biz konargöçer, çobanlıkla geçinen bir kültürden geliyoruz da ondan. Obalarımızda hiçbir çadırın önünde 'şurası oba kütüphanesi' diye yazmıyordu. Aynı şekilde, 'şu çadır, oba çocuk okuludur' da yazmıyordu.

Okulsuz toplumduk…

Açın bakın, bütün Türk Eğitim Tarihi kitaplarını, İslam öncesi döneme ait adı duyulmuş, şekli, biçimi belli, kumsal kimlik kazanmış bir tane okul yoktur. Bu sebeple yazılı kültür yerine çoban ateşinin etrafında dilden dile aktarılan, dedenin torunlarına aktardığı, ozanların destan şiirleriyle dillendirdiği sözlü kültür gelişmiştir.

Meselenin bir diğer boyutunda konar göçerlik vardır.

Yaylak kışlak vardır.

Çadırlarını söküp taşıyan bir toplumun kütüphanesi olur mu? Her göç başladığında onca kitabı kim, nasıl taşıyacak?

Aynı şey okul için de geçerli.

Kentleşememişseniz, gelişemezsiniz. Gelişemezseniz, gelişenlere öykünürsünüz.

Bilge Kağan, Çin'e öykünenlerden şikâyetini taşlara yazdı. Bu öykünmenin nelere mal olduğunu anlattı.

'Dağınık milleti topladım. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim..' dedi.

İslamlaşma ile birlikte, sadece dini almadık. Din, beraberinde Arap kent kültürünü de getirdi. Daha doğrusu Türkler, en büyük tarihsel boşluğu önlerinde hazır buldular ve hiçbir yerine dokunmadan olduğu gibi getirip toplumun önüne koydular. Bu insan yiyen dev makineler gibi, en büyük insan (zihin) dönüştürücülerdi.

Önce Türkçeyi kovdular.

Yerine Arapçayı, Arapçanın alfabesini geçirdiler.

Makbul dil, ulemanın diliydi.

Ve bu okullar, kendilerine yeni Türk elitlerini oluşturdu. Bunlar devlet bürokrasisine yerleşince, devletin de dili bozuldu.

Yeni kavramlar, yeni söylem ve yeni kültür dili.

Türklerin zihin dünyası; hayal kurarken, âşık olurken, masal anlatırken, başkasının kelime ve kavramsal şemalarıyla kendini anlatıyordu.

Türkçe, akademinin dışında kalan gelenekselin diliydi. Çadırlardan köylere taşıdığımızda da eskisinde de böyleydi.

Halk ozanlarının diliydi.

Edebiyatımız, mekteplilerin kültür endüstrisine aitti.

'Bir sen-ü bir ben-ü, bir de mutribi Pakize eda/ Gidelim servi revanım yürü sadabada..'

İşte büyük değişim dönüşüm bu.

Bu zihin dünyası kimin eseri?

İnsanları kendi dilinden, kültüründen koparıp, kendine yabancılaştıran şey nedir?

Eğitim!

Evet, eğitim ve onun kurumsallaşması.

Türk dünyası neden birbirleriyle anlaşamıyor?

Neden farklılaştık?

Çünkü eğitim yoluyla kendi varlığımıza yabancılaştırıldık.

Başka?

Bölünmüş zihinlere sahibiz.

Daha başka?

Milli kültür içeriklerimiz aynı olsa da eğitim içeriklerimiz farklı.

Neden geri kaldık?

Çünkü ne Selçuklu'da ne de Osmanlı'da sanat, edebiyat, tarih, kültür medresemiz yoktu. Varsa yoksa her biri bugünkü imam hatibe benzeyen dini okullar vardı ve buralarda az çok şiirden, edebiyattan bahsedilirdi. O bahse dair konular ise halk edebiyatının konuları değildi.

Tarih de Türklerin kendi tarihi değildi.

Kıtaları kağıt gibi büktük, zapt ettik lakin eğitimde ağır bir yenilgi aldık. Halen daha o yenilginin hevesinde olanlar var. Milli olana tahammül edemiyor.

Yazarın Diğer Yazıları