Medrese aşkı nereye götürür?

Mustafa Kemal Nutuk''ta, 1924''te kurulan ilk muhalefet partisi Terakkîperver Cumhuriyetçi Fırkası''na karşı ağır sözler eder:

"Cumhuriyetçi ve terakkîperver olduklarını zannettirmek isteyenlerin; aynı bayrakla ortaya atılmaları, dinî taassubu galeyana getirerek, milleti, cumhuriyetin, terakkî ve teceddüdün tamamen aleyhine teşvik etmek değil miydi? Yeni fırka, efkâr ve itikadât-ı diniyeye hürmetkârlık perdesi altında; biz hilâfeti tekrar isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bizce Mecelle kâfidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müridler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü Mustafa Kemal''in fırkası hilâfeti lâğvetti. İslâmiyeti rahnedar ediyor. Sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecektir diye bağırmıyor muydu! Yeni fırkanın kullandığı formül, bu irticakârâne feryatlarla dolu değildir denilebilir mi?" (Nutuk, 1927 baskısı, s. 623)

Sonra şu sözleri eder:

"Efendiler; tekke ve zaviyelerle, türbelerin seddi ve alelumûm tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, müridlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ilh. gibi bir takım unvanların men ve ilgāsı da Takrîr-i Sukûn Kanunu devrinde yapılmıştır. Bu husustaki icrâât ve tatbikat, heyet-i ictimaiyemizin, hurâfe-perest, ibtidâî bir kavim olmadığını göstermek nokta-i nazarından, ne kadar elzem idi; bu, takdir olunur. Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emîrlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara, tâli'' ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkeb bir kütleye, medenî bir millet nazarıyla bakılabilir mi? Milletimizin hakikî mahiyetini, yanlış manada gösterebilen ve asırlarca göstermiş olan bu gibi anâsır ve müessesât, yeni Türkiye Devleti''nde, Türk cumhuriyetinde idâme edilmeli miydi? Buna atf-ı ehemmiyet etmemek, terakkî ve teceddüd nâmına, en büyük ve gayr-i kabil-i telâfi hata olamaz mıydı? İşte, biz, Takrîr-i Sükûn Kanunu''nun mer''iyyetinden istifade ettik ise, bu tarihî hatayı irtikâb etmemek için; milletimizin nâsiyesini olduğu gibi açık ve pâk göstermek için; milletimizin mutaassıp ve kurûn-ı vustâî zihniyette olmadığını ispat etmek için istifade ettik." (s. 626)

(Not: Türkçeleştiriyoruz, diyerek M. Kemal''in sözlerini sadeleştirmeye kalkıyorlar. Donuk, manası sathî bir ifade karşımıza çıkıyor. Anlamadığınız kelimeler olabilir ama mahiyeti anlaşıyor. "Eski" denilen bazı kelimelere de alışmak lâzım. Kullanmak anlamında demiyorum. Cümleyi kavramak için ünsiyet gerekiyor. Sadeleştirilmiş metinle, Osmanlı yazısından aktardığım metni karşılaştırın, mana derinliğini fark edeceksiniz.)

Kaç gündür medreseler etrafında dolaşıyoruz. Devrimizde medreseleri geri getirmek için içten içe bir faaliyet yürütülüyor. DİB Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, hususiyetle Doğu illerimize gittiğinde, medreseleri öne çıkarıyor.

Asıl meseleye girmeden önce şairimiz Dursun Kepceoğlu''na kulak vereceğiz:

Neyine cemaat, parti, tarikat / Sen arkanda safa durana bak da / Gönlümde yükselsin, merteben kat kat / Hepsini unutup Kur''ân''a bak da // Ümmetin yarısı Turan''da esir / Acıları etmez kimseye tesir / -Haklarında ne bir şiir ne nesir- / Çevir yüzünü bir Turan''a bak da // El bağında gezen dişler mazağı / Aklı küçümseyen görmez uzağı / Gör Türk''e kurulan kahpe tuzağı / Din diyanet deyip kurana bak da // İşin nasıl yanlış gittiğini gör / İmama saygının bittiğini gör / Siyasetin neler ettiğini gör / Binip dine darbe vurana bak da // Hocam, hırsızlığı iyi vurgula / Arsızlığı da kat tekrar sorgula / Savm-u salat yetmez, va''zı kurgula / Partiyi purtuyu sorana bak da...

M. Kemal''in neden bu kadar katı olduğunu zamanımıza bakarak görebiliriz. "Katılık" meselesine de tahlil edeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları