Laiklik tartışmasını kökten bitirmeliyiz (3)
Laiklik zıt kutuplara çekilmiştir. Şer''î yönetim de öyle. Hiçbir ülkede şer''î uygulama gösteremezsiniz. Şer''î yönetimi uyguladığı söylenen ülkelerde de kaldım. Biliyorum.
İslâm ve laiklik bağlantılı kitaplardan bahsettim.
Ünlü hukukçu Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, "ehl-i din ve takva" babası Mehmed Şükrü Efendi''ye ithaf ettiği "Din ve Laiklik" kitabının 1954 tarihli "Önsöz"ünde, Türkiye''nin baştan beri içinde bulunduğu durumu da özetliyor ve bu özetle bize kitabın asıl ne için yazıldığını ortaya koymuş oluyor:
"Şu bilinmelidir ki, din hürriyeti sadece mabede girip çıkma serbestliği değildir. İsteyen müzeye, bileti olan sinemaya da girip çıkıyor. Bugün dünya memleketleri arasında diyanetin, rivayete göre, en çok baskı altında tutulduğu Moskova''da bile kiliseler ziyaretçilere daima açık kalmıştır. Din hürriyeti, dindar vatandaşların, din bahsinde, haiz oldukları haklardan her birini serbestçe, korkusuz ve endişesizce kullanmalarını ve her birinden serbestçe faydalanmalarını gerektirir. Din müessesesinin dayandığı hakların, bugün ehemmiyet itibariyle başta geleni, hiç şüphe edilemez ki, ''öğretmek ve okutmak-yazmak, telkin etmek'' hakkıdır. Bugün herhangi bir memlekette din hürriyeti olup olmadığını anlamak için, göz önünde tutulacak ölçü budur. Yani eğer ''öğretip okutmak-neşir yani yaymak ve telkin etmek'' hakkı serbestçe ve dinin temel ahkâmına uygun bir surette kullanılıyorsa, o memlekette din hürriyeti vardır. Kullanılmıyor da bu hak, resmî veya gayrîresmi, kanunî veya idarî bir baskı ve tehdit altında kalıyorsa, din hürriyeti yoktur. Bugünkü şartlar altında din hürriyetinin gerek varlığı ve gerekse yokluğunun işaret ve ölçüsü bu hak olduğu içindir ki; dikkat edilirse, bugün diyanete düşman olan memleketlerde, her şeyden evvel dini öğretim ve yayım hakkı ve bunun icap ettirdiği serbestlik, dehşet verici bir şekilde tatbik edilen yıldırmak ve sindirmek politikasıyla fiilen yok edilmiş ve bu suretle din fikri, terbiyesi ve ahlâkıyatı kökünden kurutulmak istenmiştir. Tekrar edelim ki, bir memlekette din hürriyeti, yalnız mâbed kapılarının ardına kadar açık kalmasından, hattâ ibadet ve ayinlerin serbestçe icra edilebilmesinden ibaret değildir. Bu serbestlik, din hürriyetinin ilk basamağı ve en basit şeklidir. Din hürriyeti, bugün bilhassa, dinin yüksek ilimlerini ilahiyat ve kelâmiyatını serbestçe okutup, öğretmek ve dinî neşriyatta bulunmak hakkının serbestçe kullanılmasıdır.
Lâikliğe gelince, bu prensip bizde 1928''den beri Anayasa''mızın hâkim umdeleri, arasına girmiş olmakla beraber vatandaşlar için çözülmez bir muamma şeklinde kalmıştır. Hâlbuki, Garp hukukuyla az çok teması olanlar bilirler ki, bu fikri bize veren Garbın medenî memleketlerinde lâiklik her şeyden evvel, devletin, memlekette mevcut maruf ve müesses dinlere karşı tarafsızlığı ve herhangi bir din veya mezhebin iç nizamına ve ibadet ahkâm ve erkânına hiçbir suretle müdahale etmemesidir."
Başgil (1893-1967), hem ilmî vukufiyeti, hem yaşadığı dönemler itibarıyla, amelî ve tecrübî görüşlerini ortaya koymuştur. I. Dünya Savaşı boyunca Kafkas cephesinde vuruşmuş, sonra okumak için Paris''e gitmiş, 1929''da yurda dönmüş ve 1930''dan itibaren İ.Ü. Hukuk Fakültesi''nde ders vermiştir. "Laiklik gerekli" diyor:
"[Din] hürriyeti[ni], hem dinî, hem de siyasî taassuba karşı korumak için alınacak tedbir, bir kelime ile lâikliktir. Geçen devirleri bir tarafa bırakalım. Bugün için yaşadığımız devirde ve bugünkü Avrupa hayat realiteleri karşısında, din hürriyeti ancak lâik bir devlette gün görüp yaşayabilir." (s. 171)
Daha yazacağız. Sonra.