Kötü dönemlerde ülkücülere yöneldiler...
Ülkücülük, kırsal kesimden gelen köy çocuklarının saf yüreklerinde büyüdü. Anadolu insanının öz duygularını taşıyan gençlerin yüreğinde yüceldi. Vatana zamk gibi bağlanan kalpler, sarsılmaz bir iman abidesine dönüştü.
Dinimize olan bağlılığımız, içimizde yaşayan kardeşlik duygusu, saf ve katıksız, tam anlamıyla ön yargısız anlayışımız, başkaları tarafından çok sömürüldü.
Bu sayede parçalandık..
Aramızdan gönüldaşımız adı gibi Muhsin biri yükseldi.. Bir seçim dönemiydi.. İhanet odakları onu havada vurdu...
İktidar sahipleri o gün bugündür halen daha katilleri bulamadı, bulamıyor...
Şimdi bir başka zaman, yine seçim dönemindeyiz.. Yine bir pusu.. Ve yine hedef ülkücüler..
Öyle ki “ülkenin karışması gerekir. Aksi halde bu kaostan kurtulmak zor” denildiği bir zaman sürecinde.. Yine aynı iktidar dönemindeyiz ve henüz daha katillerin kimlikleri gerisinde kimlerin olduğu açıklanmadı.. Mahkeme kapısında polisle çatışanları “provokasyonla” açıklayan Bahçeli, dipten dibe bir şeyler söylüyorsa da iktidar sahipleri açık vermiyor.
Bizim en büyük kusurumuz, saflığımız galiba..
Her daim, “Müslümanım” diyenleri kendimiz gibi sandık.. Yanıldık.
Türkiye siyasal terminolojisinde “sağ kesim” olarak bilinen pek çok karargâh, ülkücülere karşı nefret söylemi ile sevgi söylemini bir arada götürüyor. Hem ülkücülere sövüyorlar, hem de onlarsız yapamıyorlar. Hem ülkücülere tuzak kuruyorlar, hem de duygularını okşuyorlar.
Hatırlayın!
Özal iktidar olmak için bürokrasi kadrolarında ülkücülerden faydalandı. Dört eğilimin omurgasını yine milliyetçilerden devşirdi. İktidar oldu, ülkücülerin oyunu, bürokratik kadrolarını kullandı. Kullandı ama Türkiye’ye federasyon teklif ederek, ülkücülerin bir bütün olarak hayal ettiği Türkiye’yi parçalı hale getireceğini söyledi.. Başbakan’ın 12 Eylül duygu sömürüsünü unuttuk sanmayın. İdam edilen rahmetli Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubunu gözyaşlarıyla okumuştu.
Kimi cemaatlerin yayın organları, kurumsallaşması gerekince de aynı şeyi yaptı. Bir zamanlar hem Türkiye gazetesi ve hem de TGRT, özellikle yerel anlamda ülkücülere sığındı. Onların omuzlarına basa basa, kadrolarını kullana kullana zirve yaptı. Amaca ulaştıklarında arkalarını döndüler.
Şimdi hükümetle çatışan cemaat de öyle. Halen daha bazı köşe yazarları o zamandan devşirilmiş ve liberalizm üzerinden dönüştürülerek cemaatleştirilmiş ve doğduğu köye saldırmaktadır. Dahası da var, içinde doğduğu topluluğa inat, Türkiye’nin bölünmesini savunmaktadırlar.
Böyleleri hayal kırıklığı yaratsa da, köyün asıl çocukları tınmadı. Yola devam ediyoruz.. Hâlbuki bizim köyde yeşerenler gün gelecek ilim yapacak, büyük adam olacak ve doğduğu iklime hizmet edecek. Yeni fikirler oluşturacak, teorik, pratik katkılar yapacak, ülkü dünyasının alan derinliğini genişletecek sanıyorduk.. Onlar en kolayına kaçtılar. Reddettiler. Mesafe koyarak “biz sizden değiliz” diyerek bizden hizmet alanların hizmet safına geçtiler.
Kime destek olduysak her zaman kaybeden olduk. Daima bir şeylerimizi alıp götürdüler.
Bu sefer başka tuzaklara çekilmek isteniyoruz.. Bu konuda kim ne derse desin Bahçeli siyaseti kurtarıcı rol oynuyor. Ülkücü kadroların siyasal olayların odağına yerleştirilmesine ve ülkücüler üzerinden sıcak çatışmalar yaşanmasına meydan vermiyor. Olması gereken de bu. Pek çok konuda Sayın Bahçeli’yi eleştirsek de bu tutumu konusunda tam destek olmak durumundayız.
Geçmişimizi öz eleştiri yaparak değerlendirmeliyiz. Eleştirel olmayan doğrusal bakış, doğrusal düşünme, gerçekleri görmemizi engelleyebilir. Öncelikle, her “Müslümanım” diyeni Yunus Emre sanmaktan vaz geçmeliyiz. Şimdi şu an içinde yaşadığımız tarihsel gerçeklik bize gösterdi ki, her “Müslümanım” diyen Yunus Emre olmadığı gibi aynı zamanda hırsız, dolandırıcı, yalancı, devlet malına göz diken, Türk denince kinlenen kimseler olabilirmiş, artık kesin olarak bunu anladık... İkincisi, arkamızı her sıvazlayan samimi değilmiş bunu da anladık...