Hilâfet gelirse göğe erer miyiz?!
Geçmişte "irtica" farklı anlaşılırdı. Geriyle, geçmişle ilgiliydi. 31 Mart Vak'ası'yla yaygınlaşmıştır.
13 Nisan 1909'da İstanbul'da isyan çıkıyor. (Rumî 31 Mart 1325), İstanbul'daki İttihat ve Terakkî'nin merkez üyesi Jandarma Yüzbaşısı İsmail Canbulat'ın "Meşrutiyet mahvoldu." diyerek Selanik'e çektiği telgrafta "irtica" kelimesini kullandığı belirtilir.
Mustafa Kemal'in Nutuk'una baktım. Birkaç yerde "irtica" ve "mürteci" geçiyor.
Hilâfet meselesi üzerinde dururken: "Filhakika, mürteci bir hizip, Karahisar-ı Sahib mebusu bulunan Hoca Şükrü imzasıyla 'Hilâfet-i İslâmiye ve Büyük Millet Meclisi' unvanıyla bir risâle neşretti." diyor. (1927 baskısı, s. 503).
Kazım Karabekirlerin, Rauf Orbayların, Ali Fuat Cebesoyların kurduğu Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası'na karşı çok serttir: "Bu fırkanın rüesâsı, hakikaten mürtecilere ümit ve kuvvet vermiştir." diyor. (s. 624)
M. Kemal'in, irticaî gördüğü en çok tartışılan tekkeler, şeyhler meselesinde ne dediğini, sadeleştirilerek kendi metni olmaktan çıkarılan cümlelerle değil; kullandığı dille vereceğim:
"… taassup ve irtica hisleri, nihayet birkaç yerde, yalnız birkaç mürteciin, İstiklâl Mahkemeleri'nde, hesap vermeleriyle söndü. (…) / Efendiler; tekke ve zaviyelerle, türbelerin seddi ve alelumûm tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, müridlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ilh. gibi birtakım unvanların men ve ilgāsı da Takrîr-i Sukûn Kanunu devrinde yapılmıştır. Bu husustaki icrâât ve tatbikat, heyet-i ictimaiyemizin, hurâfe-perest, ibtidâî bir kavim olmadığını göstermek nokta-i nazarından, ne kadar elzem idi; bu, takdir olunur. / Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emîrlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara, tâli' ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkeb bir kütleye, medenî bir millet nazarıyla bakılabilir mi? Milletimizin hakikî mahiyetini, yanlış manada gösterebilen ve asırlarca göstermiş olan bu gibi anâsır ve müessesât, yeni Türkiye Devleti'nde, Türk cumhuriyetinde idâme edilmeli miydi?..." (s. 626)
M. Kemal'in bir dayanağı olmasa bu sözleri edebilir miydi?
Israrla M. Kemal'in yetiştiği devrin fikrî akımlarına, iç çatışmalarına, getirdiklerine götürdüklerine bakılmalıdır, derim.
"Atatürk"te en ısrarcı kesim Türk Silahlı Kuvvetler mensuplarıdır. Maalesef insanlarımızı kaygılandıran, üzen yanlış icraata da imza atmışlardır.
19 yıldır Türkiye'yi idare eden hükûmetin, ucundan, ortasından, sonundan M. Kemal'i budamak istediği çok açık.
"Türk"ü de etnisiteye indirecek kadar kendilerinden geçtiler.
Hadi "Türk"ü silelim, hadi M. Kemal'i silelim... Yeni Osmanlı'yı kuralım, 15 dakikada hilâfeti getirelim... Göğe erer miyiz?! Kinle ve intikamla devlet yönetilemez.
Harp Okulları meselesi tartışılıyor. Dün, en yetkili isimle konuştuğumu yazmıştım. Bana gönderdiği notları aktarıyorum:
"İrtica kavramı yönetmelikte geçmiyor. Bu kavram 28 Şubat döneminde çıkan 2001 tarihli kaldırdığımız yönetmelikte eklenmiş. 2001-2016 arası dönemde FETÖ girişleri artıyor ve sivil siyasi iktidarın harp okulu girişlerinde hiçbir rolü yok. Bütünüyle kuvvet komutanlıkları yetkisinde."
"Çıkarılan yeni bir yönerge yok. Millî Savunma Üniversitesi eğitimlerde halen 2010'da çıkmış KKY 51-19 'Astsubay Temel Askerlik ve Astsubaylık Anlayışı Kazandırma Yönergesi'ni kullanıyor. Yani eski yönerge hâlâ yürürlükte ve Atatürk ismi de yönergede duruyor."
Tartışmaya meydan verilmeyecek mukni adımlar atılmalıdır.