Fetih azim ve kararlılığı
Bugün Kostantinopolis'in fethinin 564. yılı.
Biz "İstanbul'un fethi" diyoruz ama fethedilen şehir Kostantinopolis. Daha önceki adı Byzantion. Bu ad 1004 yıl kullanılıyor. 1116 yıl da Konstantinopoli adını taşıyor.
"İstanbul" isminin nereden geldiğine dair araştırıcılar epey kafa yormuşlar ve Stanpolis'te karar kılmışlar, "stan" ve "polis"... İki ayrı kelime. "Polis", "stan"la birleşince "şehre doğru" demek oluyor. Şehir, o dönem sadece sur içi... Biz zaten sur içini fethettik. Dışarıdan gelenler "şehre doğru" gittiklerini söylüyorlar. Giderek "İstanbul" ortaya çıkıyor. Osmanlı'da resmî ad "Kostantiniye" olmakla beraber, bazı fermanlarda "İslâmbol" adı da geçer. Ama bu yakıştırmadır. Başşehir olması itibarıyla dersaadet, payitaht, asitane, dereliye gibi değişik ad ve sıfatlarla anılmıştır.
Fethedilen Kostantinepolis ama, alışkanlığı değiştiremeyiz; "İstanbul'un fethi" demeye devam edeceğiz.
R.T. Erdoğan: "Talimat verdim. Arena adı kaldırılacak." demişti. "Arena" da yabancı "stadyum" da... Böyle talimatla değiştiriliyorsa, değiştirilecek o kadar çok şey var ki... Merak ettim... Kulüpler talimatı umursamayıp "arena" demeye devam etseler, ne olur; kanunî müeyyide mi uygulanır?
Ben de R. T. Erdoğan gibi düşünüyorum. "Arena" sonradan çıktı. Halk "stat"a "stadyum"a alışmışken, birden "arena" ile karşılaşıyor. (Arena, stadyum ve daha başka kelimelere dair Murat Belge ayrıntılı yazmış. Bir "ilim adamı" olarak bizi aydınlatıyor. T24 sitesine girilip okunabilir.)
İstanbul fethedilirken yer yer umutsuzluğa düşülmüştür. Bir umutsuzluk anında "İstanbul'un manevi fatihi" sıfatıyla anılan Akşemseddin, II. Mehmed'e bir mektup gönderir. Bu mektup gerçekten onun mu, başkasının mı tam bilinmez; üslûp Akşemseddin'e aittir, denilir. Bu mektup hakkında eski Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel (1897-1961), "Aksemseddin'den Fatih'e" başlığıyla Cumhuriyet gazetesinde 17 Temmuz 1953 günü yayınlanan makalesinde ayrıntılı durmuştur. (Bu makaleyi "Akşemseddin Fatih Fetih" (Berikan Yayınları) kitabımıza aldık. Ayrıca, Akşemseddin'e izafe edilen mektubun Topkapı Sarayı Arşivi'ndeki aslının, yine Prof. Dr. Halil İnalcık'ın "Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I" (1954) kitabında yayınladığı Osmanlı yazıyla metnin fotoğraflarını verdiğimiz gibi, metni yeniden okuduk.)
Akşemseddin bu mektubunda, kesinlikle umutsuzluğa düşülmemesini tavsiye eder. Der ki:
"Simdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip bunlar görevden azil dâhil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, kaleye yeni bir hücuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir. Bilirsiniz, bunlar yasaktan (zordan) anlayan Müslümandır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar. Şimdi sizin yapmanız gereken, bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinizle, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir. Bu tür vazifeler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek zora başvurulabilecek kimselere verilebilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara, hem de dine uygundur."
Demek ki, bir işte azimli ve kararlı olunmalı.