Evirip çevirebiliriz
Bebek, hissetmeye anne karnında başlarmış. Dahası bir çocuğun en öğrenmeye açık olduğu yaşlar sıfır ile iki yaş arasıymış. Bu aralık genelde çocuklarımızın hiç ciddiye almadığımız zamanları. Nasıl olsa anlamaz, daha küçük diye düşündüğümüz zamanları. Güzel beslensin, temiz giyinsin, iyi uyusun yeter sanıyoruz. Böylelikle temel atma aralığını ziyan ediyoruz. Temeli sağlam bireyler, temeli sağlam toplumlar demektir. O zaman işimiz çok basit. Geleceklerini ve toplumsal geleceğimizi düşünüp, özenli, malzemeyi kısmadan, hakkını vererek temel atarsak, onların güvenliğiyle birlikte kendi güvenliğimizi de sağlamış oluruz. Ve ülkemizin.
Nasıl yapabiliriz?
Konuşamazkenden itibaren izleyeceği yayınları seçerek. (Ah nerede o Heidiler, Pollyannalar) Bizi de izleyip kaydettiklerinin bilincinde olup, ona göre davranarak. Tepkilerimizi, bir insana temel olacağı hassasiyetiyle seçerek. Şiddet, yalan, cimrilik, dedikodu görüp duymamalarını sağlayarak.
Gerekirse rol yapalım. İleride olmasını istediğimiz birey nasılsa, oymuş gibi davranalım. “Peki, hiç mi hata yapmayacağız?” Bu imkânsız ama en azından sıfır iki yaş arası imtina edelim. Üç yaşına girer girmez sopayı basarız:) Tahta kaşıkla ama. O iri kalıp sabunlardan yok artık. Şaka bir yana mantık kolay aslında. Emeği doğru zamanda verip yemeği ömür boyu yiyoruz. Zaten iki yıl güzel insan olursak belki öyle kalıveririz.
Büyüyünce hiç dinlemiyorlar, doğruyu yanlışı avucumuzda oldukları aralıkta, küçücükken anlatalım. İnanmanın mucizesini, o inançtaki mertebeyi, huzuru, yalanın mahkûmiyet, doğrunun özgürlük olduğunu. Sana nasip olmuşu başkasından kıskanmamayı, birinin mutsuzluğundan haz almamayı. Sağlıklı olmanın en büyük nimet olduğunu. Toprağın paradan değerli ve anlamlı olduğunu. Ülkemizin candan değerli ve anlamlı olduğunu. Vatanın, altında kefensiz yatan sabi sübyanın emaneti olduğunu. Ninelerin, dedelerin, bazen bebelerin duasıyla, tüm dünyanın güzelleşebileceğini. Denilene koymamayı, kusurları örtmeyi. Papatya falını, dört yapraklı yoncayı, tırtılı. Resmi, müziği yani duyguların sirayetini. İşte bunları anlatalım. Anlamaz demeyelim. (İki yaşında telefona program indirenleri biliyorum.) Dantel gibi işlenmeye müsaitler. İşleyelim, süsleyelim. En hassas, masum kısmımızı bulup ondan anlatalım. Dua etmeyi öğretelim. Ne zararı var?
E bu kadar şeyi nasıl öğreteceğiz? Biz biliyoruz, uygulayamasak da biliyoruz. Deneyeceğiz, koşulları zorlayacağız. Değerler, duygular yok oluyor. Bilumum savaşlarla kanlar gövdeleri götürüyor. Kötülük iyiliği, vurdumduymazlık insafı silip süpürüyor.. En kötü ‘Ben elimden geleni yaptım’ deriz. Bu vicdan rahatlatır.
Biliyorum çok şey değişmeyecek. Yazan bile bu yazdıklarının, savunduklarının çoğunu yapamadı. Çocuklar büyüdü. Tecrübesizliğe, içgüdüsselliğe yem oldu. Emek vermeden çabuk ve çok kazanma peşinde bir nesil büyüdü. Sosyal uygulamalara meze olmuş antisosyal kuşak türedi. Herkes Allah’ı bırakmış, kullarına yaranmak için binbir plan peşinde. Haberleri izlemiyoruz çünkü moralimiz bozuluyor. Ama izlediğimiz reality showlar ve diziler haberlerden sarsıcı, deforme edici. Antidepresan kullanımı tavan ama sinir stres de tavan. Kimse iş beğenmiyor, işsizlik var. Çelişki yaman..
Aksi insanlar gibi söylenmeye başladım. Kendim bile gerildim:) Silkelenelim dedim silkeledim.
Duruyor, durum yumuşatıyorum. Mübarek üç aylar başladı. Ümit kesmeyelim, dua edelim. Ağaç yaşken eğilir. Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur. Bebeye sahip çıkalım.
Allah ülkemizi, bayrağımızı, inancımızı, sevdiklerimizi ve iyi kalpli insanları korusun. Çoğaltsın. Kötüleri irşad etsin. Vicdanlılardan razı olsun. Atamıza, bayrağımıza yaraşır bir kaderimiz olsun. Barış içinde ve mutlu olalım…