Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerli

Değerli okurlarım, son günlerde ortaya çıkan et sorunları, gıda işleriyle uğraşan bazı esnafların davranışları, Türklere özgü Ahilik gelenekleri üzerinde durmayı zorunlu kılmıştır.

Nereden nereye geldik ve ne günlere kaldık demeden kendini alamıyor insan.

Ahilik, Türklere özgü olup Anadolu Selçukluları zamanında kurulmuş, Türk yardımlaşma, yiğitçe davranma, cömert ve erdemli olma hareketi diyebileceğimiz kuruluşun adıdır. Ahilik, Anadolu’da Türkmen halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek gruplarında yetişmelerini sağlayan, onları hem ekonomik hem de ahlaki yönden yetiştiren bir örgütlenmedir.

Ahilik, Orta Asya Türk topluluklarının geleneklerinden alıp Anadolu’da yapılanan Her devirde dönemin ve toplumun konumuna bağlı olarak çeşitli özelliklerle donanmış ve Türkler dışında hiçbir ulusta olmayan öz be öz bir Türk kurumudur.

Ahilik ahlaklı çalışmanın sembolüdür

13. yüzyıl Anadolu’sunda Ahi Evren gibi bilge kişilerin rehberliğinde Fütüvvet yani Türk yardımlaşma teşkilatının yapısı içinde Ahilik denilen ayrı bir örgüt oluşmuştur.

Ahilik teşkilatı, esnafın yaşamına belli maddeler getirerek, toplumun maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarını gidermeye ve toplumsal düzeni sağlamayı amaç edinen bir sistemdir. En önemli konusu ahlak olan Ahilik teşkilatı, serbest rekabet ve aşırı kazanca karşı çıkmış, ekonomide vurgun gibi olayları önleyerek bütün topluma fayda ilkesini benimsemiştir.

Bozuk mal satan, hile yapan, işini iyi yapmayan, halkın sağlığıyla oynayan hem en ağır şekilde cezalandırılmış, hem de halk ve esnaflar arasında itibar kaybına uğrayıp işini yapamaz hâle gelmiştir.

Halk arasında yaygın olarak kullanılan “Onun pabucu dama atıldı” sözü bir ayakkabı ustasının ayakkabı yaparken hile yaptığı anlaşılınca ayakkabıyı inceleyen Ahi Evren’in kötü ayakkabıyı ustanın dükkânının damına atması üzerine ayakkabıcının esnaflar arasında ve halk nezdinde itibar kaybetmesi üzerine söylenmiş bir vecizedir.

Normal ete domuz eti, at eti katarak satan, kıymaya sakatat katarak çeken kasaplar ve bu tip etleri lokantasında kullanarak halkın sağlığı ile oynayan esnafın, üç kuruş fazla kazanacağız diye bazı yiyecek maddelerine zararlı gıdalar katarak satanların, Hak ve halk katında itibar kaybetmeleri deyim yerinde ise rezil olmaları, çocuklarının geleceğini karartmaları kadar kötü şey yoktur. İnsan şerefiyle yaşamalıdır.

Esnaflıkta dürüst ve ahlaklı olmakla ilgili gerek bütün Türk kavimlerinde, gerekse MÖ 4000-2000 yılları arasında Irak'ın güneyinde yerleşik hayata geçmiş olup medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölgede yaşamış bir uygarlık olan Sümerlerle ilgili anekdotlardan biri şu şekildedir.

Sümerlerin en ahlaklı esnafı

Kasap Dumuzi'nin hikâyesi

Sümer topraklarının bereketli şehirlerinden biri olan Lagaş'ta, Dumuzi adında genç bir kasap yaşardı. Dumuzi, kasaplık mesleğini babasından öğrenmiş, küçük yaşlardan itibaren hayvanları nasıl dikkatle seçip kestiklerini, nasıl etleri temiz bir şekilde hazırladıklarını gözlemlemişti. Babası ona hep, “Kasaplık sadece hayvan kesmek, eti kemikten ayırmak değildir. İnsanların sofralarına helal lokma koymak, onlara güven vermek ve ahlakla çalışmak demektir,” diye tembihlerde bulunurdu.

Babası ölünce Dumuzi, babasının mirası olan bu dükkânı devraldı. Genç adam sadece babasının işini sürdürmekle kalmayıp, mesleğini ahlaki değerlere dayandırarak bir adım ileri taşımayı hedefledi.

Dumuzi, etin tazeliğine ve kalitesine çok önem verirdi. Şehirdeki diğer kasapların çoğu, ellerinde kalan etleri uzun süre bekletir, hatta bozulmuş eti satırla çekip, çeşitli bitkilerle kokusunu bastırır, satmaya çalışırdı. Domuz etini kuzu eti diye satar, ete türlü hileler karıştırırlardı. Ancak Dumuzi, asla bu yolu seçmedi. “Namus ve ahlak, kazandığın altından daha değerlidir” diye düşünürdü.

Bir gün, şehre büyük bir sürüyle bir tüccar geldi. Sürüsünü Fırat Nehri kıyısında otlata otlata getirmişti. Bu tüccar, kasaplara hayvan satıyor, altın ve bakırla takas ediyordu. Tüccar, ilk olarak Dumuzi’nin dükkânına uğradı. Dumuzi tüccara ve kafilesine soğuk içecekler ikram etti. Onları ağırladı. Daha sonra hayvanlara bakmak üzere dışarı çıktılar. Gerçekten devasa bir sürüydü. Lakin bir sorun vardı.

Bu hayvanlar hastalıklı!” dedi Dumuzi. Tüccar şaşkınlıkla ona yaklaştı. Keçilerden birini tutup ağzını gösterdi. “Birkaç haftaya kadar çoğu telef olacak.”

Nasıl olur?” diye çıkıştı tüccar. “Bence sen fiyatı düşürmek için yalan söyleyen ahmağın birisin!”

Şu arabaya yüklediğin domuzlardan kapmış olmalılar.” Kağnı arabalarına yaklaştı. “Bak, gözlerinde fer kalmamış, onların da ağızları köpüklü. Bunları satın alamam. Bu şehirde de satmana izin veremem.

Tüccar, Dumuzi'ye daha fazla para kazanabilmesi için şöyle bir teklifte bulundu: "Tamam, sen kazandın. Bu işin ehli olduğun belli. Hayvanları sana yarı fiyattan

vereceğim. Böylelikle ikimiz de kazanmış olacağız. Kimsenin ruhu bile duymayacak.”

Dumuzi bu teklife karşı sessizce başını salladı ve tüccara şöyle cevap verdi; “Bu eller, helal ve temiz kazançtan başka bir şeyle kirlenmeyecek. Kazancım az olabilir, ama huzurum çok olacak. Ahlakımı para uğruna satamam. Halkıma hastalıklı et yediremem.” Tüccar, Dumuzi’nin kararlılığı karşısında şaşırdı ama onun işine karışmadan sürüyü toparlayıp orayı terk etti.

*

Bu olay, şehirde duyuldu. Dumuzi’nin namusu ve ahlakı, dilden dile yayıldı. Müşterileri, ona daha fazla güvenmeye başladı ve dükkânı gün geçtikçe daha da iş yapar hâle geldi. Dumuzi, her gün kasabına gelen insanlara dürüstçe hizmet etti. Onlara daima en iyi eti sundu, fiyat konusunda adil davrandı ve asla müşterilerini aldatmadı.

Tüccar sürüyü Ur şehrine götürmüş, bütün hayvanları uyanık kasaplara satmıştı. Kısa süre sonra halk arasında salgın baş gösterdi. Ur kralı sorumluları yakalattırıp idam ettirdi.

Olay Lagaş kralı Urgakina'nın kulağına kadar gitti, Dumuzi'den büyük bir davet için ziyafet hazırlamasını istedi. Bu, Dumuzi’nin mesleğinde dönüm noktası oldu. Kral, davetteki tüm misafirlerine Dumuzi’nin kasaplığını ve ahlakını övdü ve "Bu adam sadece et satmıyor, bize bir insanın nasıl ahlaklı olması gerektiğini öğretiyor," dedi.

Zamanla Dumuzi'nin kasabı o kadar meşhur oldu ki, şehirdeki diğer kasaplar onun izinden gitmeye başladı. Eski yöntemlerini terk edip, daha temiz ve dürüst bir şekilde iş yapmaya başladılar. Dumuzi, sadece bir kasap değil, aynı zamanda şehrin de ahlakın sembolü hâline geldi. O, kimseyi kandırmadan, kimsenin hakkını yemeden de nasıl başarılı olunabileceğini gösterdi.

Dumuzi’nin dürüstlüğü ve çalışkanlığı, kuşaklar boyunca anlatılan bir hikâye oldu. Sümerler, "Dumuzi gibi olmak" derlerdi; bu, namuslu ve ahlaklı çalışmanın sembolüydü.

Dürüst esnafımız çok, ama gözünü para hırsı bürümüş esnaflar da ne yazık ki var...

Yazarın Diğer Yazıları