Bu akıl neyin aklı?

Türkiye’de Savunma sanayi hariç bütün kurumlarda gözle görülen bir geriye gidiş yaşanıyor. Meselâ, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in aklı, devlet aklı mı, bürokrasinin aklı mı, cumhuriyet muhaliflerinin aklı mı?

Kimin aklı?

Devlet, kuruluşuna ve kurucularına sadıktır, dolayısı ile devlet aklı olamaz. Çünkü devlet kendisine ters düşemez.

Bürokrasinin aklı da olamaz. Çünkü bürokrasi, devletin varlık nedenidir. Kısaca devleti işleten, ona nitelik kazandıran bir yapıdır. AKP, sayesinde liyakate önem verilmediği için devlet bürokrasisi, partileşse de bu böyledir.

Bu durumda geriye ideolojik akıl kalıyor. Milli Eğitim Bakanı gençliğinde kendisine üfürülen, eksik ve hatalı bilgilerle dolu olduğu apaçık belli olan ezberleri tekrar ediyor ve bu akılla konuşuyor.

Bu zihniyete problematik bir alandan bakıldığında, hasar tespiti yapmak kolaylaşır.

Nedir, bu zihin dünyasına baktığımızda karşımıza çıkan zihin haritasının hasarları ve dolayısı ile problemleri derseniz, derim ki:

Ana sorun olarak siyasal sosyalleşme sorunudur.

Tarihi sosyalleşme sorunu var.

Ezber ve hatalı bilgilerden oluşan, sürekli tekrarlarla güncellenen eğitim sorunu var.

Değerler sorunu var.

Bunların her biri açıklamaya muhtaç anlam yüklü, bilimsel temeli olan cümlelerdir. Farkındayım. Ancak, meseleye akademik bakacaksak durum böyledir. Yok, öyle değil de popülist bakacaksak, o takdirde işimiz kolaydır.

Madem konumuz eğitim bakanı ve dolayısı ile eğitim alanındayız, öyle ise eğitim sosyolojisinden söz ederek konuyu irdeleyebiliriz.

Bütün ülkelerde olduğu gibi sanayi devrimi sonrasında Türkiye’de de ideolojik hareketler başlamış ve her bir ideoloji, kendi fikir kulüplerini kurup geliştirerek topluma anlatmaya yönelmiştir.

Buraya kadar bir sorun yok.

Türkiye’de sorun iki ana boyuttan kaynaklanıyor. Birincisi, Osmanlı’nın son döneminde gelişen siyasi olayların Cumhuriyetin kurulmasıyla bitmemiş olmasından. İkincisi de yine Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan İslamcılık akımının, Cumhuriyetten sonra, Soğuk Savaş dönemiyle birlikte, devlet gözetiminde yapılan, Türkiye dışı İslamcı tercüme kitapların ortaya çıkardığı fiili durumdan.

Kurtuluş Savaşı boyunca muhalif olan Padişah ve saray çevresi ile işbaşındaki Hürriyet ve İtilaf Partisi hükümetleri ve şeyhülislamların birlikte yürüttükleri, Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye karşıtlığı, Soğuk Savaş döneminde yeniden güncellenerek Cumhuriyete ve laikliğe yöneldi. Böylece geçmişte kalan hesaplaşma, yeni kuşaklara aktarılarak, biraz da yeni dünya koşullarından etkilenerek, günümüze taşınmış oldu.

Buradan az evvel sözünü ettiğimiz tespitlere geçebiliriz.

Genelde sosyolojide, özelde eğitim sosyolojisinde, ideolojilerin bireylerde şahsiyet kazanmaları durumuna siyasi sosyalleşme deniliyor. Her bir İslamcı, Kürtçü, Türkçü, sosyalist birey, kendisine kazandırılan fikrin ve siyasal düşüncenin birer ideolojik kişisi, siyasal kimliğe dönüşmüş ideolojik şahsiyeti haline geliyor. Böylece siyasi, sosyal kimlik ve kişilik elde etmiş oluyor. Milli Eğitim Bakanının dışa vuran açıklamalarından, hangi ideolojinin kişisi olduğunu, hangi kimliği temsil ettiğini ve ortaya koyduğu tepkisel davranışlarla da hangi ideolojinin şahsiyetini ortaya koyduğunu görüp anlıyoruz.

Buradan karşımıza, tarih ile uyuşmayan, Cumhuriyet döneminin içeriğine yeterince inanmadığı için onunla barışık olmayan bir karşı sosyalleşme sorunu çıkıyor. Anayasaya yemin edip, onun tersine davranmakla, bugüne kadar okuduğu eğitim-öğretim programını yeterince özümsemediğini bunun yerine, “Örtük öğrenmeleri” (Kitap ve ders dışı ögrenmeleri) benimsediğini anlıyoruz.

Kendileri eğitim bakanı, kamu yönetimi okumuş ancak yönetim süreçlerinin kalbi karardır. Karar, bir sorun çözme yöntemidir ve problematik bir yapıya sahiptir. Eğer gördüğü eğitime uygun davransaydı, ideolojik aklı, eğitim gördüğü bilimsel aklın yerine koymazdı.

Cumhuriyet ve laiklik hem siyasal ve hem de toplumsal birer değerdir. Bilimsel ve analitik düşünmek de bir değerdir, ama aynı zamanda bir gelişmişlik göstergesidir. Dolayısı ile Cumhuriyeti benimsemek önce değerleri benimsemektir.

Sonuç olarak Türkiye’de insanlar yüksek öğretim görse ve kariyerin en son basamağı olan profesörlük düzeyine çıksa bile, rasyonel düşünemiyor. Ön öğrenmelerini, okuduğu bilimin süzgecinden geçiremiyor. Bu durumda kariyer, sadece yüksek gelir getirmenin dışında eğitsel bir zihin dünyası ve zihniyet oluşturamıyor gibi.

Bu da bir eğitim sorunu.

Yazarın Diğer Yazıları