Düzensizlik düzeni

300 yıldır siyasal rejim kavgalarıyla yaşıyoruz...

Onulmaz ve vazgeçilmez bir düşman peşindeyiz. Yıllarımızı aldı ama biz ondan asla vaz geçmedik.
Sistem/rejim kavgasının Varşova-NATO kutuplaşmasının bir yansıması olarak, bloklaşma düzeyinde en büyük acısı 12 Eylül darbesiyle sonuçlandı. Sosyalizm mi, demokrasi mi olacak derken sonuçta binlerce insan öldü. O günlerde varlığı bilinmesine rağmen daima kavganın dışında kalan ve temel taktiği hiç bir şey yapmıyormuş gibi görünmek olan üçüncü alternatif, derinden ve sessizce yaklaştı. Sosyalist yöntemlerden de demokrasi yöntemlerinden de üstün çıktı. Sinsice yayıldı ve bir gün yine bir başka krizle zirveye tırmandı.
28 Şubat’ın en önemli amaçlarından biri belki Kemalist sistemi sağlam temeller üzerine oturtmaktı. Ancak umulanın tersine en önemli sonuçlarından biri, “İslamcı” ideolojinin yükselerek iktidara gelmesi oldu.
Cumhuriyete özellikle de Atatürk’e antitez olan bu ideoloji, bir bukalemun gibi, zaman zaman farklı kılıklara girdi, zaman zaman kendi kılığında görüldü. Onu bu yüzden tam kestiremeyenler oldu. Onlara liberaller, eş deyişle İkinci Cumhuriyetçiler diyebilirsiniz.
Bu kesim, durumu fark ettiğinde iş işten geçmişti. Cumhuriyeti kemiren virüs epey yol almış, sistemin bütün dokusunu etkilemişti. Öyle ki, sözde başarıyı bölüştükleri kesimlerle bile kavgaya girmiş, bir zamanlar destek alarak sahiplendiği gücü sıra bölüşmeye gelince ona da savaş açmıştı. Cemaat, “haşhaşi” olmuştu. Kadroları dışlandığı gibi devletin kılcal damarlarından da temizlenecekti. Böylece bütün devrimler gibi bu pembe devrim de kendi yandaşını yemekten çekinmeyecekti.
Ne yalan söyleyeyim güzel taktik ve oldukça sabırlı bir yöntem. Gerçekten stratejik derinlikli bir çaba.
Önce iktidar ol, sonra demokrasiye sıkı sıkıya sarılırmış gibi yap ve AB peşinde ülke ülke gez. Özgürlüklere hayran bütün liberalleri, sanatçıları, insan hakları savunucularını, sermaye kesimlerini bir mıknatıs gibi etrafında topla. Bu arada bir yolunu bularak basını ele geçirmeyi unutma. Basında varlığını sürdüren etkili muhalefeti suçla, bir yolunu bularak iyice sindir. Sonra, elde ettiğin bu sayısal çoğunluğu kinetik enerjiye dönüştürerek sistemin temel dayanaklarını bir bahane ile yerle bir et. Ortada ne askeri güç, ne hukuk gücü ve ne de yasama gücü bırak. Hepsini silkele sonra hafiften hafiften saza düzen vermeye başlayabilirsin...
Yeni Başbakan Davutoğlu’nun “restorasyon (yenileme)” kavram şemasının ve “stratejik derinlik” söyleminin temelinde işte bu “YENİ” dedikleri rejim değiştirme sevdası var.
Kimseyi ürkütmeden, ağırdan alarak zamana yayılmış olarak “haşlanmış kurbağa” taktiği ile yaklaşıp şimdilik düşmanı(Cumhuriyeti) kavramış görülüyor. Henüz kündeyi atamadı. Çünkü stratejisi “yavaştan ve derinden” üzerine kurulu. Bu sebeple önce kavradığı bedeni kendine alıştıra alıştıra, yine zamana yayarak başkalaştıracak.
Unutmayın sert hareket yok. Çünkü ustanın planında “stratejik derinlik” var. Bazıları “stratejik derinliği” sadece uluslararası ilişkilerde sanıyor. Oradaki derinlik çöktü. Ancak içteki derinlik, çökmeyi bırakın sahibini başbakan yaptı. Davutoğlu, önemli bir teorisyen ve AKP iktidarının beklediği “restorasyonun” fikir babalarından biri.
Tayyip Erdoğan yasaları tanımıyor diyorlar. Hangi yasaları? Ortada bir hukuk düzeni yok ki yasaları tanısın. Ne diyor kendileri: “Hukuk sistemi bir avuç Haşhaşinin şantajına bırakılamaz” o kadar.. Düzensizlik düzeninde değil miyiz?

Yazarın Diğer Yazıları