Doğru bilinen yanlışlar

Din ve cemiyet üzerine yazılacak çok şey var. Prof. Dr. İskender Öksüz Bey, “Millî kültürün bileşeni yönüyle dinin, hele bu kadar inançlar veya inançsızlıklar üstü iken, laik, demokratik millî devleti tehdit edebileceği düşünülemez. Tam tersine, bu dayanağı zayıflayan millî yapı dış kültür taarruzlarına karşı savunmasız hâle gelir.” diyor.
“Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde fertlerin dinî inançları veya inançsızlıkları da devleti tehdit eden veya devletin yönlendireceği bir husus olmaması gerektiği”ni belirten İskender Öksüz Bey, hepimizin dağarcığının bir tarafında bulunması gereken doğru bilinen yanlışları sıralıyor:
“1. Müslüman devletler, şeriat denilen, belli, tek tip bir hukukla yönetilir. Başlangıçtan bugüne Müslüman ülkelerde devlet bu esasa göre yapılanıp yönetilmiştir. 2. Osmanlı da bu hukukla yönetilen teokratik bir devletti. 3. Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısı ve yasaları şeriata ve İslâmiyet’e aykırıdır. 4. Avrupa’da dinin karanlığı, daha az dindar, hattâ laik olan Protestan hareketle yıkılmıştır. Dinde reform yapılmıştır. 5. Batı, laikliği iyice sindirmiştir ve bu yüzden orada dinin devlete etki yapması tehlikesi kalmamıştır.
Bu maddeler, maalesef Türkiye’de kamuoyuna hâkim yanlışlıkların kısmî listesidir. Belki ’yanlışlık’yerine ’baş aşağılıkların’demek daha doğrudur. Çünkü bu hükümlerin her birinin hemen hemen tam zıddı doğrudur.”
İskender Bey, sonra bu “yanlışlar”ın “doğrular”ını açıklar:
Şeriat, İslâm hukuk usulüdür ve içinde gerek İslâmiyetin yayıldığı coğrafyaların, gerekse Roma Hukuku’nun önemli katkılarını taşır. İslâm Hukuku da tarih içinde Avrupa Hukuku’nu etkilemiştir. Hıristiyanlık siyasî iktidardan uzak, hattâ siyasî iktidarın (Roma’nın) yasakladığı bir akımdı. Bu yüzden ’Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a’demek zorundaydı. Fakat iki gelişme ve Avrupa’nın siyasî yapısı din-devlet ilişkisini tersine çevirdi. Önce Roma Hıristiyan oldu. Hıristiyanlık devlet dini hâline geldi. Sonra merkezî devlet çözüldü. Merkez, Konstantin’le İstanbul’a taşındı. Batı Avrupa’da beş yüz civarında atomik siyasî merkez ve Roma’daki Papa kaldı. Bu güç dengesi içinde dinî otorite öne çıktı; krallara taç giydirir, sınırlara müdahale eder, ağırlığını koyduğunda ses getirir bir konuma geldi. Adeta, Avrupa denilen un-ufak konfederasyonun yeni, fakat bu sefer dinî Roma’sı rolünü oynadı. Din devletçikleri doğrudan yönetmese de, son derece etkiliydi ve söylemde meşruiyetin kaynağıydı. Çoğu zaman gerçekte de öyleydi. Çünkü Avrupa denilen güçler dengesinde Papa’ya muhalefet edip egemenliği sürdürmek zordu.
İslâm, doğduğu günden itibaren siyasî iktidarın da sahibiydi ve her zaman devlet, dinin yapılanması ve teşkilâtlanması üzerinde son sözü söyledi. İslâmiyet’te bırakın dinin devleti yönetmesini, her zaman devlet dini yönetmiştir.”

(Sonu yarın.)

Yazarın Diğer Yazıları