Abdullah Öcalan’a özür mektubum!

Abdullah Öcalan! sana mektup göndermek aklımın uçundan geçmezdi. Kıymetini anlayan siyasîler, senin için; yere mi koysak göğe mi koysak, gök ötesi nere varsa, orada en mutena yerde köşe mi açsak yarışına girdiklerinde, biz ne diyebiliriz ki... Eğer geçmişte aleyhinde yazmışsam, bana özür dilemek düşer değil mi kardeş!

Abdullah!

“Abdullah” diyorum... Seninle bir ünsiyetimiz var. Hakkında çok yazdım. Yüz yüze de geldim. Gerçi sen bir kafes içindeydin, ama biz seni görüyorduk, sen bizi görüyordun.

Abdullah kardeş, nereden bahsettiğimi anladın. Seni idama mahkûm eden İmralı’da kurulu mahkemedeki duruşmalardan. Biz gazeteciler senin avukatlarının hemen ardında sıralanmıştık. Gazeteciler içinde en çok o sıralanmada oturan da bendim. Hâliyle diğer gazetecilere göre, seninle ünsiyetimiz daha fazla. Duruşmaların kitabını da yazdım, biliyorsun. Hacimli bir kitap ilkin iki cilt çıkmıştı. Sonraki baskıları kalın tek cilt olarak yayınlandı. Avukatların zamanında sana o kitabımızı getirmemişlerse çok ayıp etmişler. (Kitapta, avukatlarına telefon edip aldığım bilgiler de var.)

Sen hapisten çıkıp TBMM’ye gelecek, MHP ve DEM’in her salı peş peşe toplantı yaptığı kürsüye çıkıp “kardeşlik” nutku atacaksın ya... Devlet Bahçeli Beyefendi öyle buyurdular çünkü, biliyorsun. Meclis’te herhâlde sen ona “teşekkür” ziyaretinde bulunursun. Devlet Bey, çok mütevazıdır, çok naziktir. Biz daha üniversite sıralarındayken o ilim yolunda asistandı. Ziyaret ederdik. Nezaketi bizi şaşırtır, karşısında ne diyeceğimizi bilemezdik. Senin kendisine gelmeni istemez. “Yorulmasın. Ben onu ziyaret edeyim.” der. İmralı’daki Konuk kitabımızı ondan isteyebilirsin. Devlet Bey’i çok önce bir ziyaretimde masasının üzerinde iki cildi görmüştüm. Bütün duruşmalarda ne konuşulduysa ne olup bittiyse tek tek not aldım. Senin savunmalarına da tekmili birden kitabımda yer açtım. Hatta senin el yazısıyla mahkeme heyetine gönderdiğin iki mektubu bile verdim.

Abdullah kardeş duruşmada söylediğin şu sözler, Devlet Bahçeli’nin önceki gün TBMM’de, senin için söylediği “barış” sözlerinden hiç farkı yok. Sen de ta başta barış istiyorsun. Diyorsun ki:

“Eylemleri kontrol etmekte zorlandım. Ancak sınırlı da olsa durdurdum. 1973’te 5-6 kişi ile başlayan iş bugün bu noktaya geldi. PeKeKe’nin 40 ülkede bürosu bulunmaktadır. Akan kandan acı duyuyorum. Bunu önlemeye çalıştım. Kürt-Türk, herkes barış ve kardeşlik içinde bir arada yasaması gerekir. Tehlikenin çıkma durumunu görmeliyiz. Tehlikeyi önlersek hem Türkler hem Kürtler yarar sağlar. Silâhsız bütünlük, cumhuriyetçi çerçeve nihaî bir barıştır. Demokratik cumhuriyete sonuna kadar inanıyorum. Özgürlüğümüz için bunların temel alınmasını istiyorum.”

Daha dur neler yaptım...

Senin eski militanlarınla mülâkatlarım var. Seni hiç ama hiç üzmek istemem. Eski alışkanlık, “militanların” diyorum... Galiba PeKeKe’nin literatüründe “militan” dediklerim “gerilla” oluyor. “Gerilla” cafcaflı bir adlandırma. Röportaj yaptığım eski adamların Allah var, senin için, birilerinin dediği gibi şöyle canidir, böyle zorbadır, falan demediler, ne bildilerse, ne gördülerse onu söylediler.

Abdullah kusura bakma ama, o anlattıkları da “vahşet” örnekleri. Muhakkak onlar seni dinlemeden, silahlarını masum insanların, bebeklerin, ceninlerin üzerine boşalttılar. Maksatları acaba seni zora sokmak mıydı? Herhâlde. Onlar PeKeKe’den ayrıldıklarına göre, MİT ajanları falan olmasınlar?!

Bir şey daha yaptım. Ali Kemal Özcan yakından tanıdığın bir isim. Sen daha Suriye’deyken seninle konuşurdu. Biliyorsun o şimdi profesör. Sen onun için “barış”ın sembolüsün. Senden getirdiği mektup büyük gürültü koparmıştı. Ali Kemal ortak dostumuz. Onu aramış, uzun bir röportaj yapmıştım. O röportajı, seninle görüşmesinin ayrıntılarını yazdığı “İmralı’ya Ne’ye Gittim” kitabına aldı. Bilmiyorum o kitap sana ulaştırıldı mı?

Abdullah dikkat ettin mi? Ben de “PeKeKe” diye söyleyip yazıyorum. Hâlbuki PeKaKa der, PKK yazardım. Bundan böyle artık “PeKeKe” diyeceğim!

Dostluk başka bir şey canım! Birbirimizi anlayacak, birbirimize uyacağız. Bir bakarsın, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bile olmuşsun. Kalemim senin için, oyum senin için Abdullah kardeş!

Kaç parti seni izleyecektir? DEM’i saymayayım. O zaten senin partin. CHP; sensiz bir şey düşünemez, bir adım dahi atamaz. Yalnız bir tehlike var, CHP Genel Başkanı Özgür Özel Edirne’ye “Güneydoğu gezisi” için izin almaya gitti. O Selahattin Demirtaş’la kanka. Çok muhabbetliler. Selahattin’in adı da cumhurbaşkanlığı için geçiyordu. O senin için “Heykelini dikeceğiz.” dese de içten pazarlıklıdır. Birileri sana rakip göstermek isteyebilirler. Ama ben senden tarafım. Devlet Bey bizim eski tanış. Elbette izinden gideceğiz! Zaten o Selahattin’e fena gıcık. Seni TBMM’ye davet eden Devlet Bey... Elbette seni tutacaktır.

Ak Parti dersen, Devlet Bey sana teşne olduktan sonra Ak Parti dünden razıdır. Ama bir sıkıntı var. Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığına tekrar seçilebilmek için Anayasa’yı değiştirmek istiyor. Seni destekleyenlere söyle. Karşına rakip çıkmasını engellesinler. Gerçi, bu kadar çok destek aldıktan sonra rakip çıksa ne olacak. Elbirliğiyle seni kazandıracağız.

Söylemeyi unuttum... Senin kitabını yazdığım gibi, Devlet Bey’in kitabını da yazdım. Sakın canın sıkılmasın. Seninki 700-800 sayfalık koskoca kitap. Onunki ince 150-200 sayfa bir şey!

Artık sen içimize girecek, TBMM’ye gidecek, kürsüye çıkacak kardeşlik nutukları atacaksın, cumhurbaşkanlığına aday olacaksın ya... Ardında bıraktığın binlerce şehidimizi de unutacağız. Şehitlerin ailelerini de yok sayacağız. Ve hatta, dul ve yetimlerine bağlanan maaşların da keseceğiz. Mezar taşlarında yazan “şehit” sıfatını da bir bir kazıyacağız. Ve hatta mezarlarını düzleyeceğiz!

Abdullah biliyor musun, benim doğduğum, yetiştiğim ilçemde de şehitlik var. İlçeme gittiğimde, o şehitliği uğrar, fatihe okurdum.

Töbe Abdullah! Bundan sonra senin militanlarına -pardon eski alışkanlık, gerillaların diyecektim- karşı silah kullanılanlar, şehit düşenler, yine eski alışkanlıkla “şehit” dedim, asker kılıklılar diyecektim, o asker kılıklıların mezarlarına bir tas su dahi dökmeyeceğim! Hiç şüphen olmasın.

Sen bizim başımız tacısın. TBMM’mizin göz bebeğisin. Sana laf eden beni de karşısında bulur. DEM’ciler bile seni benim gibi savunamazlar. Bizim gibiler, geçmişte sana karşı tavırları yüzünden başları eğik. Nasıl özür dileyeceklerini bilemiyorlar Abdullah kardeş...

Senin adını “Apo” diye kısaltıyorlar. Senin gibi Avrupa’da, Asya’da dünyanın öbür ucunda saygı görmüş bir gerilla liderine, mahalle arkadaşı gibi, basitleştirerek Apo dersek, büyük hürmetsizlik olur. Arada “serok” desek olur. Gerilla zaten sana “serok” diyordu. Kâinatta bir sen varsın, başka yok!

Abdullah kardeş mektubum uzadı, biliyorum, vaktini alıyorum. Söylemeden edemeyeceğim. Senin TBMM’ye gireceğini ta başta önce kim bildi, biliyor musun... Rahmetli Ozan Arif. Mısraları ağır. Lütfen alınma. Şair o. Biraz öfkeli.

İmralı'dan o melun çıkarsa da şaşmayın.

Bunlar onu meclise sokarsa da şaşmayın.

Yakasına madalya da takarsa da şaşmayın.

Şehitlerin öcünü almaktan caydı bunlar,

İhanetin adını açılım koydu bunlar!..

Selâm, sevgi Abdullah kardeş.

Aramıza hoş geldin!

Yazarın Diğer Yazıları