Yenidoğanları katledenler dip hücreye atılmalı
Akıl alacak gibi değil... Bebekleri öldürerek devleti soymuşlar. Hem de 19 özel hastanede. Allah bilir bu sayı giderek artacaktır. Hastane listesine baktım. Biri bize yakın hastane. Adını vermeyeyim. İktidarın eski bakanının hastanesi. Acil durumlarda gidiyorduk. O hastanede benim en küçüğü, ana sınıfındayken, genizden ameliyat da ettirmiştik. Yaşlı üst komşumuz düşüp yaralanmıştı. Hemen bu hastaneye yetiştirmiştim. Geriye dönüp bakıyor insan, acaba, bizim gidip gelmemizde sağlıkla oynamışlar, çocuklar veya büyükler katledilmişler miydi?
“Katledilmişler miydi” diyorum... “Katletme” ile “öldürme” arasında fark var. “Katletme” caniliğin en üst çizgisi...
Yeri değil ama söylemeliyim... Türkçemize Arapçadan, Farsçadan gelmiş kelimeleri atacağız, yerine sözüm ona Türkçe kelime kullanacağız, diyenler, “katl”, “katletme”, “katil”, aynı kökten gelen “maktul” kelimelerinin yerine “ölüm”, “öldürme”, “öldüren”, “öldürülen” kelimelerini yeterli görecekler mi?
Elbette bu kelimeler kullanılacak ama yerine göre... “Öldürülen”in yerine “maktul” kelimesinin de kullanılması dilimizde bir nüansı, zenginliği göstermez mi? “Maktul”, yerine göre nahak yere öldürülmeyi, ölenin masumiyetini ifade etmiyor mu?!
Yeni doğmuş minik minik yavrular, para için katledilmişlerdir. Bir de öldürenler için “cani/caniler” diyerek ifadeyi kuvvetlendiriyoruz.
Minik minik yavruları katledenler caniden de cani... Yeryüzünde yeri olmayacak mahlûkat.
“Cani”nin, “katleden”in ötesinde sıfat arıyorum... Ama bizde daha yok böyle bir sıfat!
Yenidoğan çocukları, “Sizin çocuk rahatsız. Hastalık belirtileri var. Küvete alacağız.” deyip sonra ölüme terk ederek devletten para sömürenlerin ne yerde ne gökte yeri vardır.
“Ne yerde ne gökte yeni vardır” derken...
Bilmiyorum, hapishanelerde yer altı hücreleri var mı? Oraya atılsınlar. Ömür boyu hapis yatsınlar. Arada bir güneşlendirmeye çıkarılsınlar ki, kurtulma umutlarıyla kahrolsunlar.
***
Akşam, çocukları uyuşturucu bataklığında debelenen annelerin çığlıklarını seyrettim. Allah kimsenin başına vermesin.
Yer altı hücrelerinin en dibine bir gönderilecekler de uyuşturucu satanlar. Cemiyetin dengesini bozanlar bunlar.
Uyuşturucu korkusundan bir çocuğumu kazandığı, daha öncesi dönemin Anadolu lisesinden almıştım. (O çocuk şimdi akademisyen) Arkadaşıyla okulun karşısındaki bakkaldan bir şey almaya çıkmışlar. Bizim aklımızı başımızdan alan da bu hareketiydi. Uyuşturucu satıcılar okulların çevresinde kol geziyorlardı. Şimdi de öyle... Kaç defa operasyon yapıldı. Ama hiçbir şey değişmiyor. Pire gibi üreyiveriyorlar.
Çocukları için çırpınan annelere kulak verin ve uyuşturucu müptelasından kurtulamayanları tekrar tekrar dışarıya bırakmayın. Kontrolde kalsın.
Şeyda polisimizi katledenin annesinin şikâyetini de hepimiz dinledik. Oğlu uyuşturucu kullanıyor ve satıyordu. Anne, “Kaç defa polise gittim. Çocuğumun durumu anlattım. Oralı olmadılar.” demeye gelen sözler etmemiş miydi?
Bir kadın okuyucudan bana gelen bir mail her şeyi anlatıyor. Okuyucunun ismini vermeyeceğim. Baş harflerini kullanacağım. 25 yıl önce bir başka ülkeden gelmiş. Burada evlenmiş. Hukukçuymuş. Bu hanım geldiği ilk iki yılla sonraki devreyi kıyaslıyor:
“Hastanelerde Yenidoğan Çetesi, bebeğe cinayet, hayvana zulüm, kadına eziyet, tecavüz, orduda tarikat yapılanması, yargıda rüşvet bataklığı, şehirlerde silahlı çeteler, ticarette kara para aklama, sokaklarda uyuşturucu. Genç neslin vahşileşmesi. Yoksulluk, fakirlik, derken toplumsal tükenmişlik sendromu yaşanıyor.
İlk gördüğüm güzelim Türkiye’nin kara lekeye dönüşmesi, ülkenin bu kadar yozlaşması ve bu kadar kolay şekilde dejenerasyona uğramasının tek sebebi, şu anki siyasi iktidardır. Her alanda çürümüşlük, kokuşmuşluk... İşte AKP Türkiye’si...” (N. S.)
Var mı itirazı olan?
Çöküyoruz...